Mavi Nota Müzik ve Sanat Dergisi olarak 1998 yılında bir şan yarışması düzenlemiştik. Yarışmanın seçiciler kurulunda Sayın Keriman Davran ve Sayın Müfide Özgüç’ ün yanı sıra değerli sanatçılar yer almıştı. Yarışmanın şartnamesini oluştururken Sayın Davran ve Sayın Özgüç ile birkaç kez görüşmüş ve kendilerinden konuyla ilgili çok şey öğrenmiştim. Sohbetlerimizde, günümüzde bir çok şancının her formda eseri seslendirdiğini, bunun başta işin doğasına aykırı olması nedeniyle teknik olarak yanlış bir şey olduğunu vurgulamışlardı. Daha sonra o veya bu şekilde kendileri ile sohbet imkanı bulduğum opera sanatçıları Sayın Davran ve Sayın Özgüç’e son derece hak vererek, ne yazık ki kimi opera sanatçılarının şarkı, türkü, caz, arya vs herşeyi söylediklerini ve bu yolla gençlere kötü örnek olduklarını belirttiler.
Bu girişten sonra gelelim konumuza:
Bu satırları yazdığım sıralarda Devlet Opera ve Balesi Genel Müdür Vekilliğine Tenor Murat Karahan’ın atandığı haberi düştü posta kutumuza. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne de Mustafa Kurt yeniden atandı.
Murat Karahan’ın DOB genel Müdür vekilliğine atanacağı konusunda birkaç gündür kulis haberleri alıyordum. Ancak doğruluğunu bilemediğim için herhangi bir kelam eylemedim. Ama bu esnada, “yahu bu sanatçı arkadaşımız, Moskova’nın Bolşoy’unda, Berlin’in Berlin Konzerthaus’un da ve daha adını burada yazamayacağımız kadar çok sayıda önemli konser salonunda temsillerde rol almış orkestralar eşliğinde söylemiş ama bu kadar popüler anlamda adını duymamıştık. Birden bire bu ne popülaritedir ki, Rengim Gökmen yönetimindeki Limak Filarmonu Orkestrası eşliğinde Zeki Müren Şarkıları söylemeye başlayınca ve turnelerde bu şarkıları söylemeye devam edince ‘pat’ genel müdür mü oldu?” (Bu arada duyurayım, Zeki Müren Şarkıları Konseri 12 Ocak 2018 Cuma günü Trabzon KTÜ AKM’de)
Yani bu şekilde düşünmeden edemedim.
Mavi Nota’nın posta kutusuna düşen haberlerden, sosyal medyada yapılan paylaşımlardan son bir yıl içinde ilgimi çeken ve üzerine kafa yormadan edemediğim bir konu da şu: Ya bir büyük orkestra eşliğinde, bir soprano, bir tenor ‘türkülerimiz’ konseri düzenliyor; ya bir caz orkestrasına bir bağlama, Karadeniz kemençesi ekleniyor yine solist olarak bir soprano çığlık çığlığa türküler seslendiriyor; yine ama bu sefer birkaç enstrümandan oluşan bir topluluk veya bir piyano eşliğinde solist olarak tenor, soprano, mezzo soprano yeşilçam şarkıları seslendirilyor, olmadı film müzikleri okuyor.
Yani demem o ki, şan eğitimi almış sanatçıların artık o büyük sahnelerinde klasik repertuarlarını dinletebilecek ciddi dinleyicileri kalmadı mı? Müzik dinleyicimizin demografik yapısı bu kadar mı değişti ya da değiştirildi?
Liberal kesimin gözde isimlerinden İskender Pala’nın madde madde kurallarını açıkladığı “Muhafazakar Sanat” denilen şey, artık bizi iyice sarıp sarmaladı mı? Biliyorsunuz ki, Muhafazakar Sanatın önemli kurallarından birisi, sanat eylemini kuralcı klasik yapısından sıyırıp/çıkarıp halkın ayağına, halkın anlayacağı bir şekilde düzenleyerek getirmektir. Yani bizim hep bildiğimiz ‘sanat sanat için yapılır’dan koparıp, hiç kabul etmediğimiz ‘sanatı toplum için yapacaksın’ düşüncesinin bir başka şekli olarak önümüze konulması mı?
Sayın Murat Karahan bu satırları okursa yukarıda tahminden öte gitmeyen düşüncemizin aslında bir ironi olduğunu anlayacaktır. Çünkü Zeki Müren Şarkıları diye adlandırılan konser bütünü, ülkemiz halkının müzik zevkinin kalitesini yıllarca ve yıllarca yerinde saydıran, tek sesli düşünmekten başka bir şey yaptırmayan şarkılar dizinidir. Ama bu konserin adının neden Zeki Müren Şarkıları diye adlandırıldığını hala anlayabilmiş değilim. Zira bu konserde mesela Mustafa Seyran besteleri de var!
Sonuca gelirsem, özellikle son birkaç yıl içinde artan ve yukarıda değindiğim konser biçimini dinleyiciye sunmak, bu işin esnafının bileceği bir iştir. Devlet eliyle önü kesilmiş, sahnesi sınırlandırılmış sanatçı tabii ki yaşamak için kendine bir çıkış yolu arayacaktır. Ancak bu sürece gelene kadar izlenen yol yine onların hatasıdır. “Biz işimizi yaparız” diyerek dayatılan yapay sorunları görmezden gelmek, “işinizi yapamadığınız” ortamı önünüze koyuverir.
Yoksa biz zaten klasik değil aklasik miydik?
Zeki Müren şarkılı konserlerle; kolbastılı, türkülü, bağlamalı topluluklarla aslımıza mı rücu ediyoruz?
Ne dersiniz?
Müfit Semih Baylan
Editör