ISSN: 1301 - 3971
Yıl: 18      Sayı: 1956
Şu an 8 müzisyen gazete okuyor
Müzik ON OFF

Günün Mesajları


♪ Kültür bakanlığı sınavında. Ankara thm koro şefi kızını aldı. Urfa korusu şefi kayın biraderini aldı. İstanbul korosu şefi oğlu ve yeğenini aldı. ilginizi çekerse detay verebilirim
ttnet arena - 09.07.2024


♪ Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anarken, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını en coşkun ifadelerle kutluyoruz.
Mavi Nota - 28.10.2023


♪ Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Bölümlerinin Eğitim Programları Sorunları
Gülşah Sargın Kaptaş - 28.10.2023


♪ GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE!
Mavi Nota - 07.02.2023


♪ 30 yıl sonra karşılaşmak çok güzel Kurtuluş, teveccüh etmişsin çok teşekkür ederim. Nerelerdesin? Bilgi verirsen sevinirim, selamlar, sevgiler.
M.Semih Baylan - 08.01.2023


♪ Değerli Müfit hocama en içten sevgi saygılarımı iletin lütfen .Üniversite yıllarımda özel radyo yayıncılığı yaptım.1994 yılında derginin bu daldaki ödülüne layık görülmüştüm evde yıllar sonra plaketi buldum hadi bir internetten arayayım dediğimde ikinci büyük şoku yaşadım 1994 de verdiği ödülü değerli hocam arşivinde fotoğraf larımız ile yayınlamaya devam ediyor.ne büyük bir emek emeği geçen herkese en derin saygılarımı sunarım.Ne olur hocamın ellerinden benim için öpün.
Kurtuluş Çelebi - 07.01.2023


♪ 18. yılımız kutlu olsun
Mavi Nota - 24.11.2022


♪ Biliyorum Cüneyt bey, yazımda da böyle bir şey demedim zaten.
editör - 20.11.2022


♪ sayın müfit bey bilgilerinizi kontrol edi 6440 sayılı cso kurulrş kanununda 4 b diye bir tanım yoktur
CÜNEYT BALKIZ - 15.11.2022


♪ Sayın Cüneyt Balkız, yazımda öncelikle bütün 4B’li sanatçıların kadroya alınmaları hususunu önemle belirtirken, bundan sonra orkestraları 6940 sayılı CSO kanunu kapsamında, DOB ve DT’de kendi kuruluş yasasına, diğer toplulukların da kendi yönetmeliklerine göre alımların gerçekleştirilmesi konusuna da önemle dikkat çektim!
editör - 13.11.2022


Tüm Mesajlar

Anket


DOB, DT ve GSGM'de 4B kadrosunda çalışanların 4A kadrosuna alınmaları için;

Sonuçları Gör

Geçmişteki Anketler

Tavsiye Et




Tavsiye etmek için sisteme girmeniz gerekmektedir.

Destekleyenlerimiz






 

Yazılar


İzmir Büyükşehir’in En Pahalı Konseri Levent Üzümcü Mü Olacak?”Sayı: 1955 - 27.11.2024


20 yıl önce Kocaeli Şehir Tiyatrosu’nda yönetmelik değişikliği ile başlayan AKP saldırısı, sonra İstanbul Şehir Tiyatrosuna, daha sonra da Devlet Tiyatroları’na  yönelmiş; ardından TÜSAK denen ucubeyi ortaya atmışlar, uzun süre muhafazakâr sanat safsatasını tartıştırmışlardı. CHP’li yerel yöneticiler de bu süre içinde AKP zihniyetini benimsemiş gibi, neredeyse aynı yörüngede yürüyorlar.

8 yıl önce yazmışım. Yerel yönetimlerde tiyatro alanında bir altın (!) dörtgen hükmünü sürdürüyor: Etkinlik olsun meraklısı, ufku müsamere ile sınırlı BELEDİYE BAŞKANLARI; Belediyelere vasat oyunlar satıp para kazanmaya iştahlı TAŞERON ŞİRKETÇİKLER; belki yeteneğim keşfedilir de şöhret olurumla karışık tiyatro aşkı sömürülen AMATÖRLER; ve baktığı şeyi tiyatro sanan bahtsız SEYİRCİLER… Bu dörtgende herkes keyiften dört köşe…

3 yıl önce İzmir’de bu kısır döngüyü aşma özlemi ile İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları kuruldu. Ne var ki burada oluşturulan ‘özerklik laboratuvarı’, ilk fırsatta taşra siyasetine ve Bizans entrikalarına kurban edildi. Tiyatro çevresine yuvalanan bir darbeci zihniyetin eylemlerinden Tiyatro…Tiyatro… Dergisi’ndeki yazılarımda söz etmiştim. Özetle:

* İzmir Şehir Tiyatrosu’na Aralık 2023’te yönetmelik darbesine yeltenen,
* Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay’ın gizlice hazırlattığı yönetmelik ile darbeyi gerçekleştiren,
* sanatsal özerkliği yok eden,
* tiyatronun tepesine toplama bir vesayet kurulu oturtan,
* tiyatroyu siyasetin ve bürokratların amatörce çokbilmişliğine teslim eden,

böylelikle 40 yıl öncesinin anlayışına geri götüren bir lobinin faaliyetlerini, isim isim, tarih tarih yazmıştım.

Bu darbe lobisinin elebaşları Eren Aysan, Orhan Alkaya ile Zeynep Altıok Akatlı’dan son ikisi, bugün yine Danışma Kurulu’nda oturuyorlar. Lobinin ekran yüzü Levent Üzümcü de, sanatın özüne aykırı bir yönetmelik ve naylon bir yöntemle, 27 Ağustos 2024’te Genel Sanat Yönetmenliğine atandı.

Üzümcü’nün atanma sonrası demeçlerindeki uydurma, saçma, üstelik gerçeğe aykırı beyanlarını da cevaplandırdım. Cahilce yakıştırmalarını, özellikle özerklik konusunda, “Fıkra bu kadar” dedirten feodal, bürokratperest ve tutarsız görüşlerini kamuoyu önünde yerden yere vurdum.

Türk tiyatrosunun bu darbeci sahte demokratları, bir süredir dut yemiş bülbüle döndüler. Ama iş başındalar. Demek ki şimdi artık liyakatlerini gözlemleyecek; eylemlerini sorgulayacağız.

Bu tür değerlendirmeler genelde 100 günlük bir periyodun ardından yapılır. Ben de öyle yaptım. İşte Üzümcü’nün yüzüncü günü:

* Sezon açılışı *

İzmir Şehir Tiyatrolarının web sitesinden Kurucu Genel Sanat Yönetmeni Yücel Erten adının silinmesi, tiyatronun önündeki zeytin ağacımın masum plaketinin sökülüp atılması; sezon açılışına davet etme uygarlığını bile gösteremeyişleri; öfkeden şuur kaybına uğradıklarının belirtileriydi. Kurumun prestijini de düşüren, ama sonuçta şahsıma yönelik bu ergen davranışlarını, böylece saptayıp geçebilirim. Ama kurumsal açıdan karman-çorman edilen işler hakkında yazmak, irdelemek, sanatıma karşı görevimdir.

1. Kurumun resmi web sitesinde sırıtan bir aykırılık, yönetmeliğin çiğnenmiş olduğunu düşündürüyor. Yürürlükteki yönetmelik, Sanat İletişim Direktörü’nün dramaturgi bölümü mezunu olmasını emreder. Orada ‘İletişim Direktörü’ ünvanı ile fotoğrafı bulunan hanımefendinin fotoğrafına tıkladığınız zaman ulaşılan bilgi, kendisinin Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümü mezunu olduğunu gösteriyor. Ayrıca eğitimi konusunda asılsız beyanda bulunan; geçmişte belediyenin oyun satınalmaları çerçevesinde ‘Sofita’ projesi gibi şaibeli davranışları görülen bir belediye çalışanının eşi olması da, bu atamayı sorgulanabilir hale getiriyor.

Yönetmelikte ‘Sanat İletişim Direktörü’ olarak yer alan ünvanın, ‘İletişim Direktörü’ olarak yazılmış olması da; yönetmeliğin ardından dolanıldığı gibi bir soruna işaret ediyor. Sonuç olarak o atama, yönetmeliğe ve liyakat ilkesine aykırı görünüyor.

2. Ayrıca yine aynı sayfada, yürürlükteki yönetmelikte bulunmayan ‘Dış İlişkiler Koordinatörü’ ünvanı ile bir çalışanın fotoğrafını görüyorsunuz. Gelgelelim yönetmelikte bunun bir dayanağı yok. Yönetmelik şöyle der:

*** “Sanat İletişim Direktörlüğü, Dramaturgi, Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler, Uluslararası İlişkiler, Sosyal Medya İletişimi, Video-Fotoğraf, Grafik, Kitaplık ve Belgelik görevlilerinden oluşur.” ***

‘Dış İlişkiler Koordinatörü’ diye bir direktörlük yoktur. Sanat İletişim Direktörlüğü bünyesinde çalışıyor ise, orada bu şekilde adlandırılmasının yönetmelikle bağdaşmadığı, açıktır. Yönetmelikte unvanı, görevi geçmemesine rağmen, ‘koordinatör’ ceketi giydirilerek yönetim kadrosuna sokuşturulması, altında ve üstünde kimler olduğu belirsiz bir şekilde yer alması da ölçüsüzlüktür. Bir anlamda bir çalışanın kayırılmasıdır. Bürokrasi terbiyesine de aykırıdır. Hanımefendi, bir milletvekilinin kızı olduğu ve darbeci lobisine yakın durduğu için eşdeğer çalışanlar arasından önemsenmiş ve yönetim kademesindeymiş gibi gösterilmiştir. Bu durum, kokusu ağır bir alaturkalıktır…

3. Üzümcü’nün sezon başında çalışanlarla yaptığı bir toplantıda; “Maaşlarınızı düzeltemezsem, Ocak ayında bırakır giderim” diye bir kabadayılık sergilediği, herkesin dilinde. Bunu Sayın Başkan’a da söyleyebilmiş midir, bilemeyiz? Bu tavır, Genel Sanat Yönetmenliği konusunda ciddî bir bilinç ve bilgi yoksunluğunu gösterir. Aynı zamanda hayâl satarak yandaş toplama kurnazlığının bir yansımasıdır.

Bilinç ve bilgi yoksunluğudur; çünkü ödenekli tiyatroda Genel Sanat Yönetmeni, sendika başkanı falan değildir. İşi sanat yönetimidir. Elbette çalışanların maddî durumu ile ilgili gözlemlerini dile getirmekte özgürdür. Ama çalışanların maaşlarının düzenlenmesinde ya da arttırılmasında, en küçük bir yetki sahibi değildir. Bilindiği üzere, o işler hükûmetin çizdiği ana hatlar doğrultusunda gerçekleşir. İzŞT’de çalışanların mevcut statüleri gereği maaşları Başkan ve Şirket Yönetim Kurulu tarafından belirlenir ve hizmet alımı şartnamesindeki hükümler geçerlidir. Orada da 6 ayda bir zam hükmü yer almaktadır.

Öte yandan hayâl satma kurnazlığıdır; çünkü yasaların emirleri açıkken, Belediyeye meydan okur gibi yaparak, kendini güçlü, etkili ve önemli gösterme hevesinden ibarettir. Cülûsunu ilan edip ulûfe dağıtacakmış gibi davranarak; padişah sansınlar çabasıdır. Eğer mevcut şartnameyi bilmiyorsa, -ki öyle olduğu anlaşılıyor- tiyatronun kadrolarının hangi statüde çalıştığından da habersiz demektir. Bu satırların yazarına dayanaksız ‘padişahlık’ lâfları sallayan darbecinin, yönetici sıfatıyla düştüğü hâllere bakın!

4. Depremzede çocuklar için bir inisiyatif hareketi olarak hazırlanmış ve olanaklar ölçüsünde sergilenmiş bir etkinliğimizden söz edilirken, “Neden para almadınız?” sorusuyla karşılaşılmış olması da; yönetimin rant iştahının yüksek, kamusal reflekslerinin düşük olduğunu göstermesi açısından dikkate değer bir noktadır.

5. Ne diyordu Üzümcü: “50 kişiyle ilkokullarda sınıflara dağılıp çocuklarımıza masallar anlatıp tiyatroyu sevdireceğiz”. Bunu da her seferinde bir enginar ve pırasayı sevdirme örneğiyle anlatmaya kalkışması, esnaf lokantalarına destek projesi geliştirmesi falan, gayriihtiyarî mizah kategorisine düşüyordu aslında.

Ama asıl sorulacak soru şu: Göreve gelişinin üstünden 100 gün geçti. Dekor istemez, kostüm istemez, ışık istemez. Nerde bu masallar, nerde o çocuklar?… Nerde bu 50 kişi? İzŞT’nin 36 oyuncusu var. 36 sınıfa dağılsanız olmuyor muydu?…

6. Hani, 100 gündür nerde Pazartesi günleri yapılacak okuma tiyatrosu seansları? Şimdi biz bunlara boş atıp boş tutma desek; haksızlık mı etmiş oluyoruz?…

Hadi biz yine de acele hüküm kesmeyelim. Belki savunma olarak diyecekler ki “Sınav açtık, 20 oyuncu daha aldık”. O zaman şu sınav açma meselesini bir büyüteç altına alalım ve irdeleyelim. Görülecek ki, o iş de çeşitli açılardan sakat.

* Sınav açmak *

Üzümcü’nün göreve başlamasının hemen ardından, aceleyle Kasım 2024’te bir sınav açıldı. 20’si sanatçı olmak üzere, 34 kişi. Yani neredeyse yasal iş artırımının sınırında. 3 kişi daha alayım desen yasal sınıra toslarsın. Peki ama neden? Acil bir ihtiyaç mıydı, inceleyelim.

1. İzmir Şehir Tiyatrosu’nun şimdilik tek bir sahnesi var: İsmet İnönü Sahnesi. Gereksinimlere karşılık veren ikinci bir sahne sağlanabilmiş değil. İkinci bir sahne hazır olmadan oyuncu kadrosunu 36’dan 56’ya çıkarmak, af buyurun ama, ‘görmemişin tiyatrosu olmuş’ izlenimi veriyor. Hem zaten oyun seçiminde ve görev dağılımında hovardalık etmezseniz, planlı davranmaya kafa yorarsanız; 36 oyuncu ile 2 sahneyi de pekalâ yürütebilirsiniz. Dönüp bakıverin İzŞT’nin üç yıllık geçmişine, yapılmışı var.

Durup dururken, ikinci bir sahne bile olmaksızın kadroyu ve dolayısıyla bütçeyi şişirmek, hangi akla hizmet eder? Bu işlemdeki somut kamu yararı nedir?…

2. Konulara hakim olmayan yöneticilerin, bir kuru ezberi, insanın zihnini tırmalıyor. Bilinen bir gerçektir: Devlet ya da Şehir Tiyatrosunun plansız büyüyerek şişmesi, İstanbul ve Ankara’da süregelen bir çarpıklıktır. İzmir Şehir Tiyatrosu’nda, yönetmelikteki “sınırlı bir çekirdek kadro” tercihini yok edip, yerine “gerekli görülen kadroyla çalışır” şeklinde değiştirilmesi; oralardan edinilmiş imparatorluk hevesine ilişkin bir kuru ezberdir. Ezber değilse de, sınavda yanlış bilenden kopya çekmektir!

Kurumları sahne ve kadro açısından şişirip gereksiz büyüterek, egemen olamadığın uçsuz bucaksız bir padişahlığa çevirme hevesinden/ezberinden/görmemişliğinden vazgeçilmesi gerekir. 30 yıldır tiyatro dünyamızda kabul görmüş bir saptamadır: O işin sonu, yönetilemezliğe, edilgen memur psikolojisine ve bankamatik çalışanlara varır. Tiyatro dünyamızda kabul görmüş köklü çözüm önerisi ise; yönetimi, kadrosu ve binası ile yeni Birim Tiyatrolar oluşturmaktır. Öyle ki tiyatrolar, şişkin saray konvoyu oluşturacaklarına, yarışsınlar!

3. Kadro genişletmesine giderken, ortada somut bir gerekçe olmalı. Sözgelimi bir seçenek olarak, kurumun prodüksiyon harcamalarını azaltmak amacıyla atölyeler kurulması düşünülmüş olsa; bunun bir mantığı olabilirdi. Ama bir mantık göremiyoruz; çünkü o yönde de davranılmış değil. Sanatçı dışındaki 14 personelin ünvanları, bir atölyeleşme hedefinin de gözetilmediğini açıkça gösteriyor. Demirci, marangoz, kunduracı, terzi, şapkacı, bezlemeci, ressam gibi gerekli atölye personeli alınmış değil… Yılda 4, bilemedin 5 oyun çıkaracak tek sahneli bir tiyatroda; grafiker varken bir grafiker daha, iki kondüvit varken iki kondüvit daha alınması; halihazırda sahne üzerinde çalışan toplam 18 teknik personelin yanına, 11 teknik personel eklenmesi; amaç açısından şüphe doğuruyor. Atölyeleşmeye dair bir perspektif de oluşturmuyor.

4. Sınav koşullarında dayatılan yaş sınırı açısından da vahim bir yanlışa düşüldüğünü vurgulamak gerekir. Oyuncu adaylarının 36 yaş altı olması koşulu konulmuş. Bir tiyatroda yaş kuşaklarının gözetilip, ihtiyaca uygun yaşlardaki oyuncuların alınması, şaşmaz bir prensiptir. Tersi, genç oyunculara ‘Saçını, kaşını boya, yaşlı rolüne çık’ diyeceğiniz bir amatörlüğe ve vasatlığa çanak tutar. İzmir Şehir Tiyatrosu’nda özellikle 50 yaş üstü erkek oyuncu ihtiyacı ortada iken, 36 yaş altı 20 oyuncunun alınmasının anlamı nedir?… Tiyatronun ileri yaş kadın oyuncu kuşağını oluşturan 2 sanatçı, takriben iki yıl içinde emekli olacaklar ve o yönde de boşluk doğacak. Bu boşluk nasıl doldurulacak?… Tiyatro yönetimi, kadrosunda ileri yaş skalasını gözetemeyecek kadar öngörüsüz mü?

O zaman şu sorulardan, kim alınacaksa; buyursun bir zahmet alınsın:

Bir sanat kurumu, mevcut elemanlarını gereğince değerlendiremiyorken; koruma ordusu kurar gibi genişlemenin anlamı, yararı nedir?...

Elinde yeterli elemanı olduğu halde ürün ortaya koyamıyorken; personel gideri neden %50’ye yakın arttırılır?...

Yurttaşın vergilerinden oluşan o en büyük harcama diliminin nedensiz artışında, nasıl bir kamu yararı vardır?...

Sahte demokratlıktan nevazil olmuş bir koalisyonun göreve getirdiği bu aktör, kamu yararı ile zararını gözetmeyi bile akıl edemiyor anlaşılan. Bakış açısından bakmayış açısına mı geldik? Bu ne hesapsızlık?...

* Repertuvar kurmak *

1. Darbe lobisinin aktörü, yeni Genel Sanat Yönetmeni Üzümcü’nün sezon açılışı da, ne yazık ki taşeron Üzümcü zihniyeti ile olmuştur. Yakın zamana kadar İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sergilenmiş olan ‘Rüstemoğlu Cemalin Tuhaf Hikayesi’ adlı oyun, aynı dekor-kostüm ve aksesuvarla, aynı müziklerle ve aynı başrol oyuncusu (Üzümcü) ile İzmir Şehir Tiyatrosu’na taşınarak gösterime girmiş; bunun adına da ‘sezon açılışı’ denilmiştir.

Bir kardeş kurumun ürünü olan oyunun, İzmir Şehir Tiyatrosu’nun oyunuymuş gibi gösterilmeye kalkışılması, kurum kimliği ile bağdaşmayan sakil bir hareket olmuştur. Taşeron zihniyeti diyorum; çünkü iş, sadece kopyala yapıştırdan ibaret kalmamış; yönetmen ücreti konusunda da abes bir hamlenin kokusu ortalığı sarmıştır.

Kentin gözbebeği bir sanat kurumunun, usulsüz kazançlar için bir araç haline gelmesini, taşeron beslemesini istemeyiz, değil mi? O nedenle bazı şeyleri kırıtmadan söylemek iyidir: Uyarlama provası için bu oyunun yönetmenine, 4 veya 5 Sanatçı maaşı tutarında ödeme yapılması gündeme getirilmiştir. Talep kimden gelmiştir, gerçekleşmiş midir; bilme imkânımız yok. Ama işte tiyatro çevresinde bazı haberler çok çabuk yayılır ya; bunun gündeme getirilmiş olduğunu herkes biliyor, ortalıkta konuşuluyor.

Burada bilgi için bir parantez açalım: Bir konuk yönetmen, oyunu sahnelemek için, sıfırdan emek sarfeder, 1,5-2 ay prova yapar. Emeğinin karşılığı olarak 3, 4 veya 5 sanatçı maaşı tutarında bir ücret alabilir. Bu ücret daha önce 3 maaş olarak belirlenmişti. Bunda bir yanlışlık yok. Ama daha önce sahnelenmiş bir oyunun, yeni bir sahneye nakledilmesi için yapılacak iş; sadece bir-iki günlük bir uyarlama/hatırlama/düzeltme provasından ibarettir. Böyle basit bir iş için 4-5 maaş -ya da işte artık ne kadar kararlaştırıldıysa- o tutarda bir ücret ödenmesi fikri, kusura bakmayın ama, bir çeşit vurgunculuktur.

Böyle bir usûl bozukluğunun, tiyatro ve belediye tarafından kabul görmüş olacağına ben ihtimal vermek istemem. Ama salt rivayeti bile, tiyatroyu bu tür dalaverelerden koruma ve uyarma ihtiyacını doğurur. Yoksa yol olur, üstünden fareler geçer.

Repertuvar konusuna dönecek olursak; söz konusu oyun Ekim ayında 6 temsil yapmıştı; Kasım ayında da devam etmesi beklenirken, birden repertuvardan kalkmış görünüyor. Belki de bu pürüz nedeniyle kalkmıştır, bilemeyiz? Sonuç olarak, zaten tiyatronun ürünü olmayan o tuhaf taşeronluk hikayesi iptal, fiyasko!…

2. Diğer iptallere de bir göz gezdirelim: Geçen sezon sonunda provaları ilerlemiş, olgunlaşmış, dekor ve kostüm tasarımları ihaleye girmek üzere hazır durumda bırakılan, bu sezon başında 1 haftalık prova ile prömiyer yapabilecek durumda olan ‘3 Jokerli Konken’ oyunu, bilemediğimiz bir nedenle iptal, fiyasko!…

3. Provaları geçen sezonda başlayan ve yine dekor ve kostüm tasarımlarının ihale dosyası hazırlanmış olan İngiliz yazar Roger Mortimer’ın ‘Fasonya’ oyunu, iptal!

4. İlk 2 sezonumuzda başarıyla oynanmış, dekoru-kostümü zaten hazır ve tazelenmek üzere yeni rol dağıtımı geçen sezon sonunda belirlenmiş ve ilan edilmiş olan ‘Azizname’ de iptal!

5. ’Sidikli Kasabası’ diye bir Amerikan müzikalinin provalarına başlanmıştı, duyuyorduk. Bir konuk yönetmenle ve konuk müzisyenlerle yapılan haftalarca provadan sonra, o da ölçüsüz bütçesi nedeniyle iptal!…

Burada bütçe konusuna da bir parantez açmak kaçınılmaz oluyor: Düşünün ki biz, İzmir Şehir Tiyatrosu’ndaki 3 yıllık yönetimimizde, 12 oyunun toplam prodüksiyonuna 5 milyon harcamışız. Oyun başına ortalama 417 bin TL eder. Buna konuk sanatçı ücretlerini de katarsak 7 milyon TL’dir. Yerine göre Nâzım’ın oyununa özenmiş, 1 milyonu da aşmışız; ama gereğinde elimizi cebimize atıp imece usulü ile sıfır maliyetle oyun da çıkarmışız. Tekrar ediyorum: İmece usulü ve sıfır maliyet…

Bakın şimdi şu uyduruk Amerikan müzikali ‘Sidikli Kasabası’nın bütçesine: 8,5 milyon! Yazıyla tekrar ediyorum: Bir tek oyun için sekiz buçuk milyon!…

Şimdi siz söyleyin. Süregelen bu maddî koşullar çerçevesinde İzmir Şehir Tiyatrosu’nda böyle bir işe kalkışmak, akıl kârı mıdır, yoksa gösteriş merakı mı? Doğal ki uyduruk bir Amerikan müzikali için, böylesine bir har vurup harman savurma kabul edilmeyecekti. Orası bir kamu kurumu ve halkın vergilerinden oluşan kaynaklarla yaşıyor. Sizin 8,5 milyona mal olacak sidikli bir kasaba sefanızı kim, ne yapsın? Hesap, tutarsa hesaptır. Yoksa gecenin sonunda bulaşık yıkatırlar adama! Uzatmayalım, oyun iptal, fiyasko!…

6. Panik halinde ’Meçhul Paşa’ diye bir uyarlamanın provasına başladılar… Kuraldır; yazarı ile sözleşme yapılır, prova öyle başlar. En azından bürokratik işlemler tamamlanıncaya kadar bilgi verilir, rızası alınır. Yazarı ile konuşup görüşmemiş, sözleşme yapmadan provaya başlamışlar. Yazar uygun görmeyip izin vermeyince; oyun iptal, fiyasko!…

7. Şimdi de can simidi gibi Ferhan Şensoy’un ‘Çok Tuhaf Soruşturma’sına sarılmışlar. Bu muydu yahu işportacı gibi bağırarak “yeni oyun, yeni metin” diye yola çıktığınız? 26 yıl önce 1998’de oynanmış, ‘Pardon’ diye filmi yapılmış, mahalle dükkânlarında videosu satılmış, meraklıları tarafından neredeyse ezbere bilinen bir iş. Ferhan Şensoy’un Türk tiyatrosundaki özgün yerini ve değerini tartışacak değiliz. Ama bu oyunun, akademik bir tiyatronun sezon serüveninde amiral gemisi olup olamayacağı tartışılır.

Sonuçta, plansızlıktan suyun üstünde duramayınca, can simidi diye sarılmış oldukları anlaşılıyor. Başarılı olur da, Ferhan’ı aratmaz umarım. Ama dikkat! Ferhan’ın oyunları çok ferhangi şeylerdir. İçinde bizzat Ferhan olmayınca genellikle can simidi olmaktan çıkar, şamriyel gibi dururlar.

İzmir Şehir Tiyatrosu’nda, marş basmıyor bir türlü! Ve buna pejmürdelik denir…

* Gömücülük *

Üzümcü 27 Ağustos’ta göreve başladı. Önünde tıkır tıkır işleyen bir tiyatro ve sezon açılışına kadar 5 hafta zaman vardı. İlle de yeni bir şey istiyorsa yapabilirdi. Ne var ki o iş biraz deneyim, biraz esneklik, biraz da birikim ister. A, B, C planlarını yapmış olmanızı bekler. İlle de yeni bir oyun isteniyorsa; o zaman, kapı kapı dolaşıp tutarsız demeçler ve şuursuz hayaller anlatmak yerine, hızlı davranılabilirdi.

Hatırlatalım; biz açılışımızda, elemanlarımızın sözleşme imzaladıklarının ertesi gün provaya başlamış; 6 hafta sonra 1 Ekim’de perdemizi açmıştık. Üstelik daha iğnemiz ve ipliğimiz yoktu.

İzŞT 3 yıl önce kurulmuş, sanatsal yönden de, idarî yönden de rüştünü ispatlamış bir yapıdır. Üstelik bir repertuvar tiyatrosu anlayışı ile 3 sezonda 12 oyun üretmiştir. Sağlam bir tiyatro yapılaşmasının ortaya çıkışı, geçimini belediyenin oyun satınalma işlemlerinden sağlayan belli bir çevrenin işine gelmemiş; bu nedenle İzŞT’yi çeşitli yollarla engelleme ve yıpratma girişimleri olmuştur. Gerekirse açıklarım. Kuruluşun bu ve benzeri bütün zorluklarına rağmen, ben kurumdan ayrılırken, arkamda birkaç günlük prova ile oynanabilir 7 oyun, 3 çocuk oyunu ve 3 başlamış prova bıraktım. Yeni ürünler ortaya çıkıncaya kadar, henüz seyircisini tüketmemiş bu oyunlarla yürünebilirdi. Kasım ayında prömiyer yapmayı planlasa, yeni bir oyun için 8-9 hafta zamanı olurdu.

Ama Üzümcü, acemilere özgü “Yücel Erten’le ilgili her şeyi silin! Bunlarda iş yok! Ben her şeyi silbaştan yapacağım, şahane olacak!” hummasına kapılmış olsa gerek ki; bunu tercih etmediler. Üzümcü, tek kişilik oyununa ve şöhretine güvenerek yaş tahtaya bastı. Tiyatro sezonunu İzmir Şehir Tiyatrosu‘nun ürünü olmayan, kendisinin oynadığı, İstanbul Şehir Tiyatrosu’ndan zar zor apardıkları tek kişilik bir oyunu, repertuvarın göbeğine yerleştirerek açmayı seçti. Kurucu Yücel Erten’in adını o tiyatrodan silmeye yeminliymiş gibi, künyesinde Yücel Erten adı geçen ne kadar oyun varsa, güdük bir ‘gömme’ anlayışına kurban edildi. Görelim:

1. Bilirsiniz, 29 Ekim-10 Kasım arası, İzmir kentinin Atatürk’e, Kurtuluş Savaşına ve Cumhuriyet’e hassasiyetinin, sanatsal anlamda da en yüksek düzeyde doyurulması gereken bir süreçtir. Bu süreçte Gazi Paşa’ya yönelik İzmir suikastini konu alan ve müzikli bir belgesel oyun olan ’Benim Naçiz Vücudum’, sadece bir hatırlama provası ile oynanabilirdi. İzmir seyircisinin gözyaşları içinde alkışlayıp bağrına bastığı, izleyen bütün meslektaşların müzikal ve dramatik değerini hayranlıkla karşıladığı bu oyunu gömme hırsı nedir?…

2. “Bahar Noktası’nın dekoru eskimiş” diye çocukça savuşturma nedir? Buna sen nasıl karar verirsin? Uyduruk bir bahanedir. ’Bahar Noktası’nın dekorunda, karaya vurup parçalanmış bir tekne eskisi ile yorgun, ahşap bir iskele ve iki kırık-dökük antik sütun var. Onların nesi eskiyecek? Ufak tefek kırık-dökük-yırtığı varsa, iki günde onarılır. İki gün provayla da sahneye çıkar. Can Yücel lezzeti ile yoğrulmuş bir Shakespeare, İzmir’e özgü bir dramaturgi ile sarmalanmış, seyircisi ile kucaklaşan, -müsaadenizle biraz da ufuk açan- bir oyun.

3. Beri yanda ‘3 Nalla 1 At’ güncel değilmiş. Şunun dekoru eskimiş, bunu bilmiyormuş, seyretmemiş, berikinin yazarı eskimişmiş. Bunlar ne ucuz bahaneler! ‘3 Nalla 1 At’, toplumsal eleştirisi güçlü, yeryüzünün kimsesizleri üzerine fevkalâde, zaman ötesi bir kara komedi. Üstelik Bulgar yazar Stefan Tsanev daha hayatta!

4. ‘Deli Dumrul’un kadrosu genişmiş, yeni oyunları bağlarmış! Kendisinin ‘Sidikli’si daha geniş kadroluydu? Darbeci Üzümcü, çevresine mesaj verirken iki kere iki beş ediyor; iş yapmaya gelince üç… ‘Deli Dumrul’un kadrosu 21 kişidir. Geriye boşta 15 oyuncu kalır. Üstelik Dumrul ile çakışmayan oyun da vardır: ‘3 Nalla 1 At’… Ama gelin görün ki, yeni provaya giren 6 kişilik Ferhan Şensoy oyununu bile Dumrul’dan bağımsız kalan 15 kişi ile kurmayı akıl edememişler…

Yücel Erten’i silme senaryosunun dokunaklı doruk sahnesinde; kurnazlık, hesapsızlığın kucağında can veriyor: İkinci sahneniz yok ki, aynı anda iki oyun oynayasınız? Daha bir oyununuz bile yok!…

* Kamu hizmetinde ihmal *

Ödenekli tiyatroda oyunlar keyfî bir biçimde kaldırılamaz. Onlar, kurumun, sanatçıların ve çalışanların emeğine yaslanarak kamu hizmetine sunduğu ürünleridir. Kaldırma işleminin terazisinde, kamu yararı ve kamu zararı ölçütleri durur. Gelişigüzel yabana gitmesine göz yumulamaz; keyfî kararlarla yok edilemez. Bu nedenle sezon akışı içinde seyircinin ilgisi sürekli gözlemlenir. Seyirci oranı %50’nin altına düşünce, mercek altına alınır. Gerekiyorsa sanatsal açıdan, tanıtım açısından veya oynanma sıklığı açısından önlem alınır. Asıl amaç yaşatmaktır. Ancak seyirci oranı %35 – 40’lara doğru iniyorsa, artık yavaş yavaş ömrünü tamamlayabilir demektir; seyreltilerek kaldırılabilir. Aksi takdirde tiyatronun seyirci ile ilişkisi ve bu ilişkinin gelişimi, keyfî ve kuşkulu şahsî tercihlere bırakılmış olur. Üzümcü’nün bunları bilmediği ya da umurunda olmadığı için; şahsî tercihler ve bahanelerle davrandığı anlaşılıyor.

İzmir Şehir Tiyatrosu, sanatsal düzlemde bir kamu hizmetidir. Üzümcü, yaveri -veya yönetimde her kim varsa- elbette burada farklı bir sanat anlayışı güdebilirler. Anlayışları doğrultusunda oyunlar seçebilir, sergileyebilirler. Ama bu hayallerini gerçekleştirme yeteneğine sahip değillerse; ‘Benim Naçiz Vücudum’, ‘Bahar Noktası’, ‘Deli Dumrul’ gibi oyunları, gürül gürül seyircisi varken diri diri gömmeleri, üstelik yerine yeni oyunlar koyamamış olmaları; kamu hizmetinin pervasızlıkla ihmali ve aksatılması anlamına gelir. Tiyatronun başarılı ürünlerini keyfî bir şekilde kent halkından esirgemenin, kamu zararına yol açtığını düşünebilmek için dâhi olmak gerekmiyor.

Hepsi bir yana, İzmir Şehir Tiyatrosu’nun 36 sanatçısından 30’u şu an boşta. Kasım ayının sonuna gelinmiş; 6 kişilik bir oyunun provasından öte, başlayıp da ilerleyebilmiş bir çalışma yok. Yılbaşından önce yeni bir ihaleye çıkılamayacağına göre; ne zaman yeni bir ürün görebileceğimiz şüpheli. Korkarım, koskoca kurumun sezonu, sinek avlayarak bitmiş olacak. İyimser bir tahminle bile, önümüzdeki 8 ay boyunca bir çok sanatçının, hiç bir kabahatleri olmaksızın, ‘bankamatik’ töhmeti altında kalacağını görmek zor değil. Bu ne sorumsuzluk?…

* Skandal *

İzmir Şehir Tiyatrosu’nun yeni Genel Sanat Yönetmeni darbeci Üzümcü “Herkesin Herkesi Yönettiği Bir Sistem Oluşturacağız.” demişti; hatırlanacaktır.

Oyun üretme konusunda çarşafa dolanmış gibi duran İzmir Şehir Tiyatrosu, Stefan Tsanev’in bir oyununu, okuma tiyatrosu olarak çalışmaya başlamış.

Bu okuma tiyatrosu etkinliğinin yönetmeni kim olsa iyi? İzŞT’de görevli bir sahne makinisti! Yanlış duymadınız, sahne makinisti… (Yani bilinen terimle dekorcu.)

İzmir Şehir Tiyatrosu’nun 36 oyuncu/sanatçısı var. Her biri 4 yıllık oyunculuk eğitimini başarı ile tamamlamış, diplomalı. Her biri, sınavlarda 500 küsur kişinin arasından seçilebilme becerisini gösterip kadroya alınmış. Her biri tiyatroda 3 sezon boyunca Kurucu Genel Sanat Yönetmeni Yücel Erten’in rahle-i tedrisinden geçmiş. Emek vermiş, başarıya ulaşmış, alkış ve ödüllerle onurlandırılmış sanatçılar. Kurumun 36 sanatçısı görev yapabilme açlığı içinde dururken; bu sanatçıların başına bir sahne makinistini rejisör olarak tayin etmek nedir? Cehaletten kaynaklanan bu gafletin adını doğru koyalım:

Hayatında hiç oyun sahnelememiş ve belli ki rejisörlük konusunda sıfır numara cahil kalmış İzŞT Genel Sanat Yönetmeni’nin, tarihe geçecek bir gafıdır.

Sahne makinistinin kadrosu ve görevi bellidir. Rejisörlük alanında akademik ölçekte eğitimi ve deneyimi olmayan herhangi birine rejisörlük görevi vermek; meslek etiğini ayaklar altına almaktır.

Kurumsal tiyatro üretiminin kendine özgü iş bölümünden ve hiyerarşisinden habersiz ‘Ben yaptım oldu’ nobranlığıdır.

Rejisörlüğün ve oyunculuğun ortak üretme dialektiği konusunda, kös dinlemişliğin göstergesidir.

Eğitimsizliğin ve acemiliğin pörtlek egosunu, sanatçılara komutan tayin etme cavalacozluğudur..

Teknik personelin ağzına bir parmak bal çalma niyetiyle girişilen kitle kuyrukçuluğudur.

‘Liyakat’ kavramını tiyatro sanatından silme girişimidir. Buna cesaret edenin de liyakatsizliğinin kanıtıdır.

Bu tercih ile İzmir Şehir Tiyatrosu’nda akıl iflas etmiş, iş barışı savaşa sürülmüş, liyakat sürgüne gönderilmiş, akademik değerler ve gelenekler yok edilmiştir. Bu gaflet ile darbeci Genel Sanat Yönetmeni Üzümcü’nün her fırsatta dile getirdiği,  cıvık “Herkes herkesi yönetecek” teorisi, sonuçta paçalarından akmıştır.

Etkinlikte görevlendirilen 4 sanatçının, bu ucube davranışa hiç ses çıkarmadan boyun eğmeleri ise; tiyatro sanatı adına kaygı uyandıran bir şuursuzluğun belirtisidir. Yarın bir başka vesileyle, bir aksesuvarcının, bir makyözün ya da bir yer göstericinin, karşılarına rejisör olarak oturtulmasına itiraz edemeyeceklerse; ‘sanatçı’ sıfatını hangi yüzle taşıyacaklar? Akla, bilime, sanat felsefesine, tiyatro ve meslek terbiyesine, kurumsal geleneğe, sanatçı onuruna savrulan bu tokata karşı çıkamamış olmaları; daha şimdiden emir kulu psikolojisine razı geldiklerinin acıklı fotoğrafıdır.

* Hesap lütfen! *

İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın Genel Sanat Yönetmenliği’ne, bir kurmay atanmasının başarılamadığı; popüler bir onbaşıyı tercih etme popülizmine düşüldüğü söylenebilir. Temelde, 29 Ekim’i Ebru Gündeş konseri ile kutlama aymazlığından farksızdır ve bu gidişle İzmir’e maddî-manevî pahalıya patlayacağı anlaşılmaktadır.

Özetle: İletişim yok, plan, program, takvim yok, ilerleme yok! Kafası kesik tavuk gibi şuursuzca oradan oraya savrulan, önünü göremeyen, karar vermekten aciz, yön tayin edemeyen bir çırpınış. Kamusal sorumlulukta okulu asmış, sanatsal sorumlulukta sınıfta kalmış bir tiyatro yönetimi…

Şimdi kamusal reflekslerden yoksun bu hırpaniliği, sanatsal iddia taşımaktan uzak bu keşmekeşi; kim, ne zaman tesbit edip doğru yöne çevirecek?…

Tiyatronun yönetmeliğini iğdiş eden, sanatsal özerkliği yok eden ‘gizli’ iktidarperestler korosu mu?

Popülarite kumaşına sarınmış taşeron zihniyetli Genel Sanat Yönetmeni mi? Yaveri mi?

Tiyatronun en ağır yükünü taşımalarına rağmen, artık Yönetim Kurulu’ndan dışlanmış olan Direktörler mi?

Kurumsal hafızadan uzak yeni Şube Müdürü mü?

Bürokrat ağırlığı ile yapısı bozulmuş Yönetim Kurulunun Seçilmiş Üyeleri mi?

Tiyatronun Yönetim Kurulu’na kurulmuş Bürokratlar mı?

Tiyatronun tepesinde Lordlar Kamarası gibi poz veren, ama her şeyden habersiz Danışma Kurulu Üyeleri mi?

Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri mi, Başkan mı?…

Sanatseverler mi? Seyirciler mi? Kim?…

İzmir şu amatör ‘şöhret sevdası’ huyundan sıyrılmalı; sanatçısıyla, seyircisiyle, aydınıyla, bürokratıyla, basınıyla, yöneticisiyle; gözbebeği bir sanat kurumunun kaderine sahip çıkmalıdır. İzmirli, 70 yıl bekleyişten sonra bağrından doğurduğu bir sanat kurumunun, amatörleştirilmesine, eritilmesine, göçertilmesine seyirci kalmamalıdır. İzmir Şehir Tiyatrosu’nu ruhen ve bedenen cılızlaştırarak; taşeron şirketler piyasasına çıkar sağlamayı uman bazı grupların varlığını görebilmek gerekir. İzmirli, tiyatrosunu belediyeye oyun satan taşeron şirketlerin istilasına ve insafına bırakmamalıdır. Gidiş, o gidiştir. Kentinin tazecik sanat kurumuna sorumluluk duyan herkes, bu hızlı çöküşe tepkisini koymalıdır.

SONUÇTA İZMİR BÜYÜKŞEHİR’İN EN PAHALI KONSERİ LEVENT ÜZÜMCÜ MÜ OLACAK?!

YÜCEL ERTEN
İzmir, 27 Kasım 2024


Yazıyı Tavsiye Et

Yorumlar


Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.

Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.