ISSN: 1301 - 3971
Yıl: 18      Sayı: 1925
Şu an 18 müzisyen gazete okuyor
Müzik ON OFF

Günün Mesajları


♪ Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anarken, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını en coşkun ifadelerle kutluyoruz.
Mavi Nota - 28.10.2023


♪ Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Bölümlerinin Eğitim Programları Sorunları
Gülşah Sargın Kaptaş - 28.10.2023


♪ GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE!
Mavi Nota - 07.02.2023


♪ 30 yıl sonra karşılaşmak çok güzel Kurtuluş, teveccüh etmişsin çok teşekkür ederim. Nerelerdesin? Bilgi verirsen sevinirim, selamlar, sevgiler.
M.Semih Baylan - 08.01.2023


♪ Değerli Müfit hocama en içten sevgi saygılarımı iletin lütfen .Üniversite yıllarımda özel radyo yayıncılığı yaptım.1994 yılında derginin bu daldaki ödülüne layık görülmüştüm evde yıllar sonra plaketi buldum hadi bir internetten arayayım dediğimde ikinci büyük şoku yaşadım 1994 de verdiği ödülü değerli hocam arşivinde fotoğraf larımız ile yayınlamaya devam ediyor.ne büyük bir emek emeği geçen herkese en derin saygılarımı sunarım.Ne olur hocamın ellerinden benim için öpün.
Kurtuluş Çelebi - 07.01.2023


♪ 18. yılımız kutlu olsun
Mavi Nota - 23.11.2022


♪ Biliyorum Cüneyt bey, yazımda da böyle bir şey demedim zaten.
editör - 20.11.2022


♪ sayın müfit bey bilgilerinizi kontrol edi 6440 sayılı cso kurulrş kanununda 4 b diye bir tanım yoktur
CÜNEYT BALKIZ - 14.11.2022


♪ Sayın Cüneyt Balkız, yazımda öncelikle bütün 4B’li sanatçıların kadroya alınmaları hususunu önemle belirtirken, bundan sonra orkestraları 6940 sayılı CSO kanunu kapsamında, DOB ve DT’de kendi kuruluş yasasına, diğer toplulukların da kendi yönetmeliklerine göre alımların gerçekleştirilmesi konusuna da önemle dikkat çektim!
editör - 13.11.2022


♪ 4bliler kadro bekliyor başlıklı yazınızda sanki 4 bliler devre dışı bırakılmış gibi izlenim doğuyor obür kamu kurulrşlarında olduğu gibi kayıtsız şartsız kadroya geçecekler yıllardır sanat kurumlarımızı sırtlayan bu sanatçılarımıza sınav istemek yapılacak en büyük kötülüktür bilginize
CÜNEYT BALKIZ - 12.11.2022


Tüm Mesajlar

Anket


DOB, DT ve GSGM'de 4B kadrosunda çalışanların 4A kadrosuna alınmaları için;

Sonuçları Gör

Geçmişteki Anketler

Tavsiye Et




Tavsiye etmek için sisteme girmeniz gerekmektedir.

Destekleyenlerimiz






 

Yazılar


Nazım Hikmet İyi İnsan...Sayı: 1767 - 09.06.2020


'Bana yeter
yirminci asırda oldu
ğum safta olmak
bizim tarafta olmak
ve dövü
şmek yeni bir âlem için'...

Şiirlere kendine özgü ses ve sazıyla adeta can veren usta Ruhi Su Nazım Hikmet'in eserlerinin bestelenmesi konusunda "Aydın bir ozanın şiirini bestelemek kolay bir iş değil" der ve ekler "Ezgili Yürek"te; "Memleketimizde bilimin ve bilim adamının boş kalan yerini sanat ve sanat adamı almış, toplumun sorunlarını bir bilim adamı gibi incelemek zorunluluğu duymuştur. Batıdaki gelişme içinde toplum düzeninin kurallarına aykırı gelen düşüncelerinden dolayı işkence gören, ölüme mahkum edilen bilim adamlarına karşılık bizim memleketimizde çoğunlukla hep sanat adamları sürülmüş, hapsedilmiş, işkence görmüş ya da öldürülmüştür. Memleketimiz için ne yapılmışsa sanat adamının eliyle yapılmıştır"...

Ne güzel iki büyük usta devrimci sanatçıyı aynı albümde bulu
şturan türkülerini dinlemek, Süvarinin Türküsü'nü, Nazım Türküsü'nü ve Karayılan'ı...

Ruhi Su ve Nazım Hikmet ya
şamları boyunca bir yandan çeşitli baskıyla zorluklara göğüs germiş diğer yandan çevrelerine örülen kalın duvarlara rağmen bunu aşıp beslendikleri ulusal ırmaktan evrensel boyutlara taşabilmişlerdir. Türkiye insanının sesini bütün dünyaya duyurup sanatçı görevlerini başarıyla yapmışlardır.

Ancak ne acı ki her iki sanatçıya da ya
şamları boyunca uygulanan baskı ve çıkartılan türlü engeller günümüzde de sürüyor. İnatla sürdürülen "vatandaşlık" ile ilgili tartışmalar, şiirlerini okudukları için tutuklamalar, yasaklamalar devam etmekte. Kimi 2001'lerde olduğu gibi "yurdu terk eden bir vatan hainidir" diyor, kimi zaman da "ulusal bir şairdir" diyenleri 1968'lerde olduğu gibi linç etmeye kadar vardırıyorlar sataşmalarını...

Ve günümüzde ülkemizdeki tabloya bakıp da kimin vatan haini kimin olmadı
ğına karar vermek zaten o kadar zor değil. Nazım gibi yurtsever aydınlarımıza sataşmak yerine yazdıklarına baksalar gerçekten anlayacaklar, çünkü bugün yüzde 82'si Nazım Hikmet'le aynı hisleri paylaşmıyor mu bu ülke insanının:

"Vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa
vatan, kurtulmamaksa kokmu
ş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim"...

Nazım hem gerçek bir yurtseverdir, hem de ithamcıların hiçbirinin olmayacakları kadar
İnsancıl, barışsever ve anti-emperyalisttir çünkü...

Çünkü Nazım'ın
şiirinin asıl özü Mehmet H.Doğan'ın da dediği gibi "sevgiyle, saygıyla, güvenle yanaşğı Türk halkıdır". Onu, akıp giden yaşam ırmağı içinde sevgisi, kavgası, büyüklüğü, zavallılığı ile somut bir biçimde ortaya koyar. Ulusal gerçekten evrensel insan gerçeğine ulaşır...

22 Kasım 1950'de Dünya Barı
ş Konseyi'nin "Uluslar arası Barış Ödülü" Türkiye'den Nazım Hikmet'e verilmişti. Ödül alanlar arasında bulunan dünyaca ünlü şair Pablo Neruda, Zekeriya Sertel'e Nazım Hikmet'i göstererek şöyle diyordu: "Bu adamın kadrini bilin. Biz onun yanında şair bile sayılmayız"...

Bir ya
şamla beraber halkına adadığı kitaplar, seslendirdiği plaklar uzun bir süre yasaklanmıştır. Dünya çapındaki şiirleri cezaevlerinde, sürgünlerde yazılmıştır usta ozanın; "Memleketimden İnsan Manzaraları" bunların başında gelir. "Salkımsöğüt" ile "Bahri Hazer" gibi plağa okuduğu şiirler Nâzım Hikmet'in ününün sanat çevrelerini aşmasını sağlayan ilk ürünlerdir. Hayatı boyunca sosyalizme bağlı kalan Nazım Hikmet Bursa cezaevindeki okumalarında tanıyıp etkilendiği ve ortak mülkiyeti savunan ilk tarihsel kişilik Şeyh Bedreddin ve yoldaşlarıyla ilgili destanıyla üzerinde tam üç yıl çalışğı Anadolu insanıyla coğrafyasının Kurtuluş savaşı yıllarındaki durumunu anlattığı önemli bir yapıt daha ortaya çıkartacaktır: "Kuvayi Milliye Destanı"...

İki binlerin başında Nazım Hikmet'le ilgili TV programlarında vs. eleştirilerde sık sık dile getirilen "Karayılan" isimli Antepli bir milli kahramanın hakkında yazdıklarını doğru değerlendirmek için onun hakkında Kuvayi Milliye Destanı'nda bahsi geçenlere iyi bakmak gerekir.

Karayılan'da sözedilen aslında Anadolu insanının kahraman oldu
ğunu ancak herşeyden yoksun ve yoksul bırakıldığını, eline fırsat geçirdiğinde ve çaresizlikten kurtulduğunda her şeyi başaracağını ve başardığını, Anadolu'nun kurtuluş zaferinin de halkın eseri olduğunu dile getirmekte. Zaten destanın sonunda da açıkça ifade eder Nazım Hikmet:

Ve biz de burda bitirdik destanımızı.
Biliyoruz ki lâyı
ğınca olmadı bu kitap,
Türk halkı ba
ğışlasın bizi,
onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada ku
ş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
kitabımızda yalnız onların mâceraları vardır...

Yine televizyon programlarında Nazım Hikmet'e dönük karalayıcı ele
ştirilerden diğer ikisi de, Nazım Hikmet'in Harp Okulu öğrencilerini kışkırttığı yolundaki iddiayla yurttan kaçışıyla ilgili iddiadır.

11 Mart 1938 tarihinde Harp Okulu komutanlı
ğınca hakkında soruşturma açılan ve daha sonra aynı duruşmada şair Nazım Hikmet'le birlikte yargılanacak Harp Okulu öğrencilerinden A.Kadir "1938 Harp Okulu Olayı ve Nazım Hikmet" adlı kitapta yazdığı önsözde "O zamanlar, ta 1938'lerde Alman faşizmi azgın bir hale gelmişti. Ortadoğu'da tam bir egemenlik kurmuştu. Harp Okulunda kitap okumaya meraklı bir avuç genç vardı. Bu gençler ırkçı ve Turancı bir başka grubun hışmına uğradı. Harp Okulu, Ankara allak bullak oldu. Bugün yarın darağaçları kurulacakmış gibi hava esti ortalıkta. Sorgular sualler, mahkemeler derken bu çocuklar kabahatli kabahatsiz kurunun yanında yaş misali gürültüye gittiler. Kimi hapis cezası yedi, kimi alaya çıkarıldı, kimi katip sınıfına ayrıldı. Bunlar içinde sosyalist fikirler taşımak şöyle dursun dünyadan habersiz olanlar bile vardı. Ama bu olayın asıl acı yanı o zaman 37 yaşında olan şair Nazım Hikmet'in bu gençlerin varlığından bile haberi yokken tevkif edilerek onlarla birlikte muhakeme edilmesi ve 15 yıla mahkum olmasıdır" diyordu...

Nazım Hikmet ise o sıralar 1933'te girdi
ği ve 1,5 yıl tutsak kaldığı Bursa Cezaevinden Sultanahmet Cezaevine gönderilmiş ve çıkan afla serbest bırakılmıştır.

1936'da yapılan ba
şka bir değişiklik ceza yasasıyla ilgiliydi. Faşist İtalyan yönetimindeki ceza yasasından alınıp Türk ceza yasasına konan ve daha da ağırlaştırılan 141 ve 142. maddeler yasalaştırılmıştır. Buna göre toplumsal sınıflardan sözetmek bile ağır hapis cezasıyla sonuçlanacaktı. Turgay Fişekçi ise 1938'deki bu olayı Nazım Hikmet adlı kitabında "Büyük Oyun" başğı altında şöyle anlatır:

"1936 yılı sonlarında bir harp okulu ö
ğrencisinin üzerinde resmi üniformasıyla İpek sinemasında kendisini ziyarete gelmesi, ardından bir provokasyon geleceği kuşkusuyla Nazım'ın çok canını sıktı. Hemen polis müdürlüğünü arayarak 'kendi halimde, ailemin nafakasını çıkarmak için çalışıyorum. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışğım yok. Yine de beni taciz ediyorsunuz. Rica ederim çekin bu adamları' dedi"...

1937'nin 3 Aralık günü
şeker bayramı öncesidir. Nazım ile Piraye çocuklara armağan almak için alışverişe çıkmışlardır. Evlerine döndüklerinde Ömer Deniz adlı bir harp okulu öğrencisi kendilerini beklemektedir ve o sırada evde bulunan Nazım Hikmet'in üvey annesine "Nazım Hikmet bana randevu verdi" diyerek eve girmiştir.

Nazım Hikmet yine ba
şının derde gireceğini düşünerek geleni başından savar. Yeniden siyasi polise telefon edip Harbiyeli kılığında gelen ajanlarını geri çekmelerini ister. Aslında Ömer Deniz'le A.Kadir ve diğer gençler edebiyata, okumaya düşkündü. Nazım Usta'nın kitaplarını okuyup hayran olmuşlardı ve bu ilgilerini sadece okulda bulunan başka arkadaşlarıyla da paylaşıyorlardı. 5 Ocak 1938 Salı günü harp okulunun öğrencileri arasında yapılan bir genel aramada 20 kadar öğrenci dolabında başka kitaplarla birlikte Nazım Hikmet'in kitapları da bulunmuştur.

Sorguya tutulan ö
ğrencilere yöneltilen en önemli soru Nazım Hikmet'le Ömer Deniz'in konuştuklarıydı. Aslında oyunun planları önceden hazırlanmıştır. Savaşın yaklaşğı, faşizmin bütün Avrupa'da güçlendiği ve Türkiye'de de kendine yandaşlar bulduğu bir sırada kitaplarıyla faşizm düşmanlığı yapan Nazım Hikmet'e bu özgürlük tanınamazdı ya daha önce yargılanıp bir suçunu bulamayan mahkemeler onu serbest bırakmıştır ama bu kez askeri mahkemeyle kalıcı sona mutlaka ulaşacaklardı.

17 Ocak ak
şamı Nazım yeni bir dergi tasarısı üstünde konuşmak için yakınlarından birisine gittiği esnada evi ve işyeri basılır. Bulunduğu yer öğrenilince oradan da alınıp polis merkezine götürülür. Ardından Ankara'daki merkez komutanlığına teslim edilen Nazım Hikmet askeri cezaevindeki tek kişilik bir hücreye konacaktı.

Birisinin yargıç, dördünün ise subay oldu
ğu askeri mahkeme heyeti 29 Mart günü gizli yaptıkları duruşmayla "Askeri isyana Teşvik" suçundan Nazım Hikmet'i 15 yıl ağır hapis cezasına mahkum eder. Buna aynı iddiayla Donanma Komutanlığı'nın 20 yıl hapis cezası da eklenir. Hakkındaki 2 hüküm birleştirilip toplam 28 yıl 4 aylık cezası Mayıs ayında askeri temyizce de onaylanır. Sırayla Ankara Cebeci'den sonra İstanbul Sultanahmet, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde toplam 13 yıla yakın kalır. Kuvayi Milliye Destanı da işte bu üç cezaevinde 1939-41 arasında yazılıp tamamlanmıştır. Ancak tefrika edilebilen kitabı 1965'te yani yaklaşık 25 yıl sonra Yön Dergisi'nde yayınlanabilmiştir.

Nazım Hikmet'le ilgili ortaya atılan iddialardan biri de yurt dı
şına çıkışlarıyla ilgili olandı.

Nazım Hikmet ya
şamı boyunca üç kez yurt dışına çıkar. İlki 1921 yılında gerçekleşmiştir. İstanbul'un işgal altında olduğu yıllardı. Nazım Hikmet coşkulu şiirler yazıyor ve gençleri vatanın kurtuluş mücadelesine davet etmekteydi. Kendisi de ulusal kurtuluş hareketlerine katılmak için Ankara'nın çağrısı üzerine yakın arkadaşı Vala Nurettin'le yanlarında Faruk Nafiz Çamlıbel ve Yusuf Ziya Ortaç'la birlikte İstanbul'dan yola çıkmışlar, önce Anadolu'ya silah kaçıran bir vapurla İnebolu'ya geçmişlerdi. Burada izinle bekledikleri sırada Almanya'da öğrenim görmüş ve o yıllardaki spartakist hareketten etkilenen gençler vasıtasıyla sosyalist düşüncelerle tanışşlardı. Sosyal Demokrasi Partisi'nin radikal sol kanadını temsil eden Rosa Luxemburg ve Karl Liebneck önderliğinde spartakistlerin çıkışı 1918'de Almanya'da bir devrimle taçlanmamıştır ama devrimcilerin belleklerinde iz bırakan Avrupa'daki önemli bir tarihsel kalkışma sayılır.

Ankara'ya ula
ştıkları sıralarda ise Sovyetler'den övgüyle sözedilmektedir. Sovyet Rusya Lenin önderliğinde Türkiye'yi parçalamak isteyen emperyalistlerle ortaklık eden Çarlık yönetiminin bütün anlaşmalarını açığa çıkartıp Büyük Millet Meclisi ile bir işbirliği anlaşması bile imzalamıştır. Yazdıkları İstanbul'da ses getiren, M.Kemal Paşa'yla tanıştırılan Nazım Hikmet Vanu'yla birlikte Bolu'ya öğretmen olarak atanmıştır.

Ö
ğretmen olarak tayin edildikleri Bolu'da tanıştıkları Ağır Ceza Yargıcı Hilmi Ziya da sosyalist görüşlü biriydi onun etkisi ve Fransız İhtilali hakkında öğrendiklerinin tesiriyle Trabzon üzerinden önce Batum'a ardından da Tiflis'e gitmeye karar verirler. Nazım Hikmet Tiflis'te tanıştıkları öteki Türkiye komünistleriyle beraber Moskova'ya doğru yola çıkar. 1924 yılında da yurda geri döner, Aydınlık dergisinde çalışmaya başlar.

Nazım Hikmet'in yurt dı
şına ikinci çıkışıysa 1925 yılında olur. Bunun nedeni ise Doğu Anadolu'da patlak veren Şeyh Sait isyanıydı. Hükümet isyanı bastırmak için "Takrir-i Sükun" adlı bir yasa çıkararak olağanüstü yetkiler kazanır. Bu yasayla isyanla ilgisi olmayan solcular da baskıyla karşılaşır ve "Orak-Çekiç" ile "Aydınlık"ın da aralarında bulunduğu birçok dergiyle gazete kapatılıp sorumluları tutuklanır.

Kendisinin de tutuklanaca
ğını anlayan Nazım Hikmet önce İzmir'e sonra tekrar İstanbul'a dönerek buradan Sovyetler Birliği'ne gider. TKP üyelerinden 38 kişi Ankara'da İstiklal Mahkemesi'nce yargılanarak çeşitli hapis cezalarına çarptırılmıştır. Nazım Hikmet'e de yokluğunda 15 yıl hüküm giydirilmişti.

1926 yılında çıkarılan aftan sonra yurda dönmek için yaptı
ğı başvurulara olumlu cevap alamayan usta şair 1928'de yurda döndüğü gibi tutuklanır ve Hopa Cezaevine kapatılır, çıkarıldığı duruşmada ise yazdıkları hakkında suç unsuru bulamadıkları için serbest kalır. Resimli Ay dergisinde yazmaya başlar ve "Putları Yıkıyoruz" adlı yazı diziyle de dikkat çeker.

Putlar dedi
ği kemikleşmiş edebiyat anlayışının temsilcileri olan eski kuşak yazarlardı. Resimli Ay dergisinin Haziran 1929 sayısında yayımlanan dizinin ilki "Dahi-i Azam" yani büyük adam olarak adlandırılan şair Abdülhak Hamit üzerineydi. A.Hamit o yıllarda neredeyse Shakespeare'le kıyaslanıyordu. Nazım Hikmet eleştirisinde Shakespeare'i büyük sanatçı yapan özelliğin feodalizmin yıkılışı ve kapitalizmin doğuşu yıllarında yaşamış olmasına karşın her iki toplumsal düzene de karşı çıkmış olmasında bulunduğunu söyleyerek, Abdülhak Hamit'in onun ancak karikatürü olabileceğini ifade etmiş, içinde yaşadığı Osmanlı toplumunun özelliklerini evrensel bir dille anlatabilmiş olsaydı dahiler arasında yeralabilirdi demiştir. Bu eleştiriyi kabul edenlerden en başta gelen Abdülhak Hamit'in kendisi oldu.

Temmuz 1929'daki dizinin ikincisi, o yıllarda gene ulusal
şair olarak gösterilen Mehmet Emin Yurdakul üzerine yazılmıştı, "Mehmet Emin Efendiye" başğını taşımaktaydı. M.Emin Yurdakul'un Türkçeyi bile güzel kullanmadığını belirtiliyor ulusal kurtuluş savaşını yaşamış bir şair olmasına karşın mücadelenin sesini duyuramayan birinin ulusal şair sayılmayacağını söylüyordu.

Bu yazılar dönemin bütün ünlü yazarlarınca tepkiyle kar
şılanmış fakat Nazım cesaretle dile getirdiği düşüncelerle takdir de edilmiştir.

Nazım Hikmet'in üçüncü ve yurttan son çıkı
şı ise bir daha dönmemecesine gittiği Moskova'daki 3 Haziran 1963'te ölümüne kadar sürecek olan 1951 yılındaki çıkışıdır.

1930'lu yıllarda Nazım Hikmet'in ünü iyice artmı
ştır. Öyle ki artık şapkasından gömleğine, yürüyüşünden şiirine kadar onunla ilgili her şey ilgi uyandıracaktı. Türkiye'deki yönetim ise tam tersine bu durumdan rahatsızlık duymaktaydı.

1950 yılında Nazım Hikmet'in özgürlü
ğe kavuştuğu yıllarda dünya iki kutba ayrılmıştır. ABD'de yaşanan McCarty dönemi Türkiye'ye de yansır. En küçük hak talebi kovuşturmaya uğrar, tabii N.Hikmet'te. Onunla ilgili tekrar hapse atılacağı, yazı yazdırılmayacağı söylentileri dolaşır. O dönem yurtta adeta tam bir "kızılelma koalisyonu" kurulmuştur. Milli şef rejimini sürdürmek isteyenlerle "kahrolsun komünizm" sloganları atanlar birleşmişlerdir.

Çünkü komünizm propagandası yaptı
ğı iddiasıyla hem 1931'de hem 1933'te iki kez kovuşturmaya uğramıştı. İlkinde aklanmış, ikincisinde ise tutuklanıp Bursa Cezaevine konmuştu. Son tutuklanışı ise meşhur 1938 Harp Okulu Olayı ile olanıydı.

Bursa cezaevindeyken mecliste haklarında çıkan af tasarısı engellenince açlık grevine ba
şlamıştı. Açlık greviyle kamuoyunda destek bulan Ahmet Emin Yalman'ın "Vatan" gazetesinde başlattığı adli hataya kurban gittiği yolundaki kampanya 100 kadar siyasi hükümlünün salıverilmesi için bazı aydınların imzaladıkları dilekçeyle birleşince 1950'deki aftan yararlanıp hürriyetine kavuşabilmişti.

Bütün dünyaya yayılan "Nazım'a Özgürlük" kampanyası ses getirip serbest kalmasına ra
ğmen cezaevinden çıktıktan sonra bir yandan geçimini sağlamakla uğraşırken tam anlamıyla özgürlük de yaşayamaz, artık sürekli izlenmektedir.

26 Mart 1951'de o
ğlu Memet doğar. Birgün kendisine askerlik yapmamış olduğu bu nedenle askere gönderileceği de bildirilir. Her ne kadar Deniz Harp Okulu mezunu olduğunu ve sağlık nedeniyle çürüğe çıkarıldığını açıklarsa da gerekçeleri kabul edilmez ve sağlam raporu verilip Zara'ya gideceği tebliğ edilir.

2 Nisan 1948'de öldürülen Sabahattin Ali'nin akıbetine u
ğrayabileceğini düşünen dostları kendisi için de böylesi planlar yapıldığını anımsatarak onu uyarmışlardı. Askerde bulunduğu yerde vurulacağı ve sonrada kaçıyordu şeklinde bir açıklama yapılacağı konuşuluyordu. Bütün bu söylenenlerden sonra ülkeden kaçmaktan başka bir çözüm bulamıyordu, Nazım Hikmet. TKP Moskova'ya "Nazım legal alanda yararlı olabilir" diye bir rapor yazar.

O sıralar Amerika'daki üniversite ö
ğreniminden yeni ülkeye dönmüş kızkardeşinin nişanlısı olan Refik Erduran Nazım Hikmet'e kendisini bir deniz motoruyla kaçırabileceğini söyler. N.Hikmet bu öneriyi bir süre düşündükten sonra kabul eder, bir süre günlük hayatını sürdürür, hiç kimseye bir şey açıklamaz.

E
şi Münevver'e askerlik işi için Ankara'ya gideceğini söyler ve 17 Haziran 1951 Pazar günü sabahı saat 4'te izlendiği evden gizlice çıkarak Refik Erduran'la sözleştikleri Tarabya'ya gider. R.Erduran motorla Tarabya'ya gelerek Nazım Hikmet'i rıhtımdan alır. Önce Boğaz'da geziyormuş gibi güneye sonra karşı kıyıya sürer. Bu sırada boğazdan geçen bir geminin ardına takılarak kuzeye yönelirler.

Karadeniz'e çıktıklarında amaçları Varna'ya gitmektir. Ancak Romanya bandıralı bir
Şilep'e rast gelirler. Planları değişir ve gemiye yanaşırlar. Nazım Hikmet gemidekilere Fransızca ve Rusça seslenerek şair Nazım Hikmet olduğunu ve gemiye binmek istediğini söyler. Gemi durur ancak N.Hikmet bir türlü içeri alınmaz. Gemidekiler durumu Köstence'ye bildirmişler, orası Bükreş'e, Bükreş'te Moskova'ya sormuştur, olumlu yanıt gelene kadar bekletildikten sonra gemiye alınmıştır.

Nazım Hikmet gemiye binip yemek odasına gelir gelmez duvarlarda asılı "Nazım Hikmet'e Özgürlük" yazılarını görür. Bükre
ş radyosu da 20 Haziran 1951 günü akşam yayınında Nazım Hikmet'in Romanya'da bulunduğunu tüm dünyaya duyurur. 29 Haziran 1951'de de uçakla Moskova havaalanına inen N.Hikmet'i Yazarlar Birliği Başkanı Konstantin Simonov ve diğer Sovyet yazarlar çiçeklerle karşılamışlardır.

Her
şeyden önce Nazım'ın sanatını harmanlayan kuşku yok ki yaşamının ilk yıllarından itibaren tanıdığı ulusal değerlerle ileriki yıllarda edindiği toplumcu politik kimlik olmuştu. Çağının başta fütürist ve konstrüktivist olmak üzere bütün şiir akımlarından yararlanmış ve denemiş olmakla birlikte sanatsal duyarlılığı sayesinde aynı zamanda duygusal-toplumcu bir kişilikle en güzel şiirleri yazmış, insanla ilgili bütün duyguları anlatmıştır: "Anadolu'ya geçtim. Millet sıska, nuhtan kalma silahı, açlığı ve bitiyle savaşıyordu Yunan ordularına karşı. Milleti ve savaşını keşfettim. Şaştım, korktum, sevdim ve bütün bunları yazmak gerektiğini sezdim" diyordu...

Emperyalist-gerici saldırılarının arttı
ğı günümüzde solcu Nazım'dan rahatsızlık duyulmasının sebepleri ortadadır. 25 Temmuz 1951'de vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Kızkardeşi A.Samiye Yaltırım'ın şaire vatandaşlık hakkı verilmesine ilişkin açtığı ve 1992'de reddedilen dava kararının sanatçının sevenlerinin nezdinde hiçbir önemi yoktur. Sevenlerinin gönlünde o kadar ne Nazım'a "Vasiyet"inde çok görülen çınarlı bir mezar yeri, ne de onu meze yerine koyan şatafatlı törenlerin hiçbir değeri yoktur. Nazım zaten içi insan sevgisi dolu bir yürek ve halkının kavgasıyla yüklü bir bilinçle Anadolu'da koskoca bir çınar olarak sonsuza dek yaşayacaktır.

Televizyon programlarındaki ele
ştirilerde Nazım Hikmet'le ilgili olarak soyadına, oğlunun sözlerinden, uyruğuna, hayatını paylaşğı kadınlara ve Mustafa Kemal'le ilgisine dair birçok şey yazılıp söylendi. 2000'lerin başında bile bunlara takıldılar. Artık hakkında atıp tutanlara yazılıp söylenenlere ustanın şiirleri en güzel yanıttır, tabi ki bütün bu iddialar onun büyük bir şair ulusal bir değer, evrensel bir sanatçı olmasına mani olamayacak...

Bütün dünyaya malolmu
ş devrimci sanatçı kişiliği, şiirleri ile önemli bir kısmını duvarlar ardında geçirmesine karşılık düşüncelerinden taviz vermeyen savaşçı üretken kimliğiyle koca bir yaşamla içi sevgi dolu bir insanı anlatmak o kadar güç ki. Belki de şair hakkında biyografi yazan Turgay Fişekçi'nin sözleriyle özetlemek en güzeli:

"Nazım Hikmet
İyi İnsan"...


Yazıyı Tavsiye Et

Yorumlar


Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.

Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.