Yazılar
Kopenhag ve Varşova'nın denizkızları…Sayı: - 13.02.2006

Varşova’ya vardığımda orada bir denizkızıyla karşılaşmayı hiç beklememiştim. Zaten kim bekleyebilirdi ki? Polonya’nın başkenti, Baltık Denizi´nden yaklaşık 350 km içerdeydi. Ancak böyle bir şehrin sembolü bir denizkızıydı. Üstelik bildiğimiz denizkızlarına da pek benzemiyordu. Kılıcı ve kalkanı ile sembolü olduğu şehri korumaya hazır savaşçı bir denizkızıydı.
Benim bildiğim tek denizkızı Kopenhag’dakiydi o güne kadar. H.C. Andersen’in ünlü masalında hayat bulan ve Andersen’in şehri Kopenhag’da şehre gelen turistleri bir mıknatıs gibi kendisine çeken bronz bir heykele dönüşen denizkızı.
Kopenhag’daki denizkızını ilk olarak ilkokula giderken babamın altmışlı yıllarda çekilmiş fotoğraflarında görüştüm. Küçüktü. Ama küçüklüğü o anda çok önemli değildi benim için. Denizkızı olması yeterliydi. Tıpkı masallardaki gibi.
Yıllar sonra Kopenhag’da yaptığım ilk iş gidip Küçük Denizkızı’nı görmek olmuştu. Herkesin aksine beni şaşırtan küçüklüğü değil, yalnızlığı olmuştu denizkızının. Nyhavn’ın neşesi ve gürültüsünden uzakta, parkın uzak bir köşesinde tek başına oturup, ulaşamadıklarını seyrediyor gibiydi.
Hans Christian Andersen’in ünlü masalını düşündüm: Küçük Denizkızı, Denizler Kralı’nın altı kızının en küçüğüydü. On beş yaşına geldiğinde ilk defa çıktığı denizlerin üstünde kurtardığı prense âşık olmuştu. Prensi uğruna şarkılar söylediği muhteşem sesinden vazgeçmiş, ama bu büyük fedakârlığına rağmen Prensine hiçbir zaman ulaşamamıştı. Öyküsü hüzün doluydu.
Varşova’nın denizkızı ise, Kopenhag’dakinden çok farklıydı. Varşova’yı beraber gezdiğim Kopenhag’da yaşayan Danimarkalı arkadaşımın ilk söylediği, “Bu denizkızı elinde kılıcı ve kalkanı ile çok saldırgan görünüyor. Bizimki böyle değil,” olmuştu. Söylediklerinde bir bakıma haklıydı. Varşovalı Syrena’nın hikâyesi, Kopenhaglı Küçük Denizkızı’nın hikâyesinden çok farklıydı zaten.
Küçük Denizkızı, bir masal kahramanı. Varşova’nın Denizkızı olan Syrena ise hakkında birçok hikâye olan efsanevi bir yaratık. Bu efsanelerin en çok bilineni şu şekilde: Syrena, Baltık kıyısının ünlü şehirlerinden Gdansk’tan Vistula Nehrine girmiş ve Varşova’nın kurulu olduğu yerlere kadar yüzmüş. Dinlenmek için karaya çıktığında ise buraları çok sevdiğine karar verip, bu çevrede yaşamaya başlamış. Bu gelişmeden hiç memnun olmayanların arasında ise balıkçılar varmış. Syrena, dalgaları etkiliyor, ağlarını bozup, balıkları serbest bırakıyormuş. Bu sebeple denizkızını yakalayıp, ondan kurtulmayı düşünmüşler. Ancak bir gece Syrena’nın güzel sesi ile söylediği şarkıları duyup planlarında vazgeçmişler ve bütün şehir halkı gibi her gece onun şarkı söyleyişini bekler olmuşlar.
Ancak günün birinde şehre gelen zengin bir tüccar, sesi ile ünlü olan Denizkızı Syrena’yı görmüş. Onu yakalayıp, panayırda sergilemeyi düşünmüş. Planını hemen uygulamaya koymuş ve bir ağ ile Syrena’yı yakalayıp onu bir kulübeye hapsetmiş. Syrena’nın mutsuz sesi ile söylediği şarkıları duyan genç bir balıkçı onu kurtarmış. Syrena ise artık oralarda yaşayamayacağını anlamış. Ancak onu çok seven şehir halkını da unutmamış. Ayrılmadan onlara çok önemli bir söz vermiş; ne zaman yardıma ihtiyaçları olursa onları korumak için geri gelecekmiş.
Varşova’daki Denizkızı’nın kılıç ve kalkanı ile sembolleşmesinin sebebi bu efsanede gizli. Syrena, Varşova’nın koruyucusu olarak biliniyor ve şehrin armasını aynı heykeli gibi kılıç ve kalkanı ile süslüyor.
İki şehrin denizkızlarının efsanevi ve masal hikâyeleri çok farklı ama gerçek dünyada kaderleri oldukça benziyor. 1960’lı yıllardan beri saldırılardan çok çekmişler. Kopenhaglı Küçük Denizkızı birkaç kere boyanmış, bulunduğu yerden denize itilmiş hatta başı bile kopartılmış. Varşovalı Denizkızı ise, bu saldırılar durdurulamayınca, yıllarca bulunduğu Vistula Nehri yanında bulunan kaidesinden alınıp, Eski Şehrin merkezindeki meydana yerleştirilmiş. Şu anda altı kamera ile korunuyor.
Denizkızlarını konu alan başka birçok efsane var. Bunların hepsi hüzün dolu. Muhteşem sesleri ile birçok denizciyi büyüleyen yarı insan, yarı balık bu yaratıklar efsanelerin hiçbirinde aradıkları mutluluğu bulamamışlar. Ya terk edilmişler, ya da ihanete uğramışlar. Ama ben bu iki ünlü Denizkızı’nın yaşadıkları bütün hüzünlere rağmen kendilerine duyulan ilgiden ve çevrelerine verdileri huzurdan mutlu olduklarını düşünüyorum. Ben de onları görmekten, hikâyeleri öğrenmekten, iki şehir arasında bu şekilde bir bağ kurmaktan çok mutlu oldum, umarım günün birinde siz de onlarla tanışır ve benim mutluluğumu paylaşırsınız.
Not: Gelecek yazımda bu denizkızları için bestelenen bir eserden söz edeceğim.
Yazıyı Tavsiye Et ♫
Yorumlar
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.