ISSN: 1301 - 3971
Yıl: 18      Sayı: 1929
Şu an 21 müzisyen gazete okuyor
Müzik ON OFF

Günün Mesajları


♪ Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anarken, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını en coşkun ifadelerle kutluyoruz.
Mavi Nota - 28.10.2023


♪ Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Bölümlerinin Eğitim Programları Sorunları
Gülşah Sargın Kaptaş - 28.10.2023


♪ GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE!
Mavi Nota - 07.02.2023


♪ 30 yıl sonra karşılaşmak çok güzel Kurtuluş, teveccüh etmişsin çok teşekkür ederim. Nerelerdesin? Bilgi verirsen sevinirim, selamlar, sevgiler.
M.Semih Baylan - 08.01.2023


♪ Değerli Müfit hocama en içten sevgi saygılarımı iletin lütfen .Üniversite yıllarımda özel radyo yayıncılığı yaptım.1994 yılında derginin bu daldaki ödülüne layık görülmüştüm evde yıllar sonra plaketi buldum hadi bir internetten arayayım dediğimde ikinci büyük şoku yaşadım 1994 de verdiği ödülü değerli hocam arşivinde fotoğraf larımız ile yayınlamaya devam ediyor.ne büyük bir emek emeği geçen herkese en derin saygılarımı sunarım.Ne olur hocamın ellerinden benim için öpün.
Kurtuluş Çelebi - 07.01.2023


♪ 18. yılımız kutlu olsun
Mavi Nota - 23.11.2022


♪ Biliyorum Cüneyt bey, yazımda da böyle bir şey demedim zaten.
editör - 20.11.2022


♪ sayın müfit bey bilgilerinizi kontrol edi 6440 sayılı cso kurulrş kanununda 4 b diye bir tanım yoktur
CÜNEYT BALKIZ - 14.11.2022


♪ Sayın Cüneyt Balkız, yazımda öncelikle bütün 4B’li sanatçıların kadroya alınmaları hususunu önemle belirtirken, bundan sonra orkestraları 6940 sayılı CSO kanunu kapsamında, DOB ve DT’de kendi kuruluş yasasına, diğer toplulukların da kendi yönetmeliklerine göre alımların gerçekleştirilmesi konusuna da önemle dikkat çektim!
editör - 13.11.2022


♪ 4bliler kadro bekliyor başlıklı yazınızda sanki 4 bliler devre dışı bırakılmış gibi izlenim doğuyor obür kamu kurulrşlarında olduğu gibi kayıtsız şartsız kadroya geçecekler yıllardır sanat kurumlarımızı sırtlayan bu sanatçılarımıza sınav istemek yapılacak en büyük kötülüktür bilginize
CÜNEYT BALKIZ - 12.11.2022


Tüm Mesajlar

Anket


DOB, DT ve GSGM'de 4B kadrosunda çalışanların 4A kadrosuna alınmaları için;

Sonuçları Gör

Geçmişteki Anketler

Tavsiye Et




Tavsiye etmek için sisteme girmeniz gerekmektedir.

Destekleyenlerimiz






 

Yazılar


Müziğin ortaya çıkışıSayı: 533 - 07.04.2008


Doğadaki her canlı, yaşamını sürdürebilmek için bulunduğu ortam ve şartlara uyum sağlar ve evrimini bu ihtiyaçları temelinde tamamlar. Kuşların kanatları, ineklerin boynuzları, ayıların kürkleri, aslanların dişleri ve pençeleri, zürafaların boyunları tesadüf sonucu değil, bulunduğu şartlarda yaşaması için zorunlu bir ihtiyaç olarak ortaya çıkar ve bu ihtiyacını tamamlayabilen canlı, ayakta kalabilir. Doğa ile baş edemeyen, uyum sağlayamayan canlılar yok olup gitmiştir tarih boyunca. Doğada fiziksel olarak neredeyse en zayıf canlı olan insan, (ne uçabilir, ne sivri dişleri vardır, ne soğuktan korunmak için kıllarından oluşan kürkü vardır ne de pençeleri) bütün bu dezavantajlarını ancak tek bir organını geliştirerek alt edebilir ve yaşamaya devam edebilirdi: Beynini. Doğadaki bütün tehlikeleri (açlık, soğuk, sıcak, vahşi hayvan saldırıları vb.) ancak beynini kullanabildiğinde aşabilirdi.

İnsanın beynini geliştirmesi, doğayı gözlemleme gücü verdi. Yorumlayamadığı, korktuğu pek çok olayın yanı sıra, birçok şeyi taklit edebilmeyi ve kendi lehine kullanmayı öğrendi.

İlk insanlar, doğada var olan her şeyin; gece-gündüz farklılıklarının, çiçeklerin açmasının ve solmasının, meyvelerin olmasının ve düşmesinin, hayvanların çiftleşmesinin ve yumurtlamasının, gel-gitlerin, doymanın ve acıkmanın, uyumanın ve uyanmanın, kuşların göçünün, mevsimlerin... kısaca her şeyin bir ritmi olduğunu gördü. Tüm yaşamın, şaşmaz bir ritim içinde sürdüğünü gördü. Yaşamın her alanında var olan ritmiklik, insanda da bir duygu olarak, ritim duygusu olarak gelişti.

Yine ilk insanlar, doğada hareket halinde olan her şeyin; esen rüzgârın, yağan yağmurun, sallanan ağaçların, kıyıya vuran dalgaların, şimşeklerin, çığların, düşen kayaların, hayvanların bir sesi olduğunu gördü. Bu sesler birbirinden tamamen farklı şiddet ve frekansa sahip ve dağınıktı. Bir düzeni yoktu.

İnsan, edindiği ritim duygusuyla doğada duyduğu sesleri birleştirme becerisini gösterdi. Böylelikle müziğin ilk nüveleri ortaya çıktı. Örneğin insan ilk olarak, vahşi bir hayvanı korkutmak için, eline aldığı odun parçasını ağaca vurarak ses çıkarmış olabilir. Ve vurmalı kullanmayı bu sayede öğrenmiş olabilir. Bunun kesin olarak nasıl başladığı bilinemez ama böyle bir gereksinim sonucu doğduğu açık.

Zamanla ağacı ağaca vurarak elde ettiği sesleri daha sistemli hale getirmiş olabilir. Örneğin ava giden bir erkek, avdan döndüğünde kabiledeki diğer kişilere hayvanla nasıl boğuştuğunu anlatmak için çeşitli ritimler ve dans figürleri kullanır. Böylece vurmalı çalgılar ve dansın ilk ortaya çıkış sebebini biliyor olabiliriz.

Bu dönemde müzik ve dansın kopmaz bir şekilde iç içe olduğunu görüyoruz. İlkel çağ insanları doğa olaylarını, afetleri, gece gündüz farklılıklarını vb. anlayamıyor ve kendilerini güçsüz hissediyordu. Güçsüzlük beraberinde korkuyu, korku da çeşitli önlemlerle birlikte saygı duygusunu ve tapınmayı getiriyordu. Yıldırım düşmesi sonucu çıkan yangınlar, yıldırımın sesinin şiddeti insanların yıldırıma tapınmasını sağlıyordu. Ya da güneşin gündüzü getirdiğini, ayın karanlığı hâkim kıldığını düşünüyor, güneşin iyiliğin sembolü olduğunu düşünerek tapıyorlardı. Sel baskınları olduğunda yağmura, depremlerde toprağa tapıyorlardı. Her afetin, kendilerinden çok daha güçlü olan bu yaratıcıların bir gazabı olduğunu düşünüyorlardı. Ve ona bağlılıklarını sunmak için tapınma ihtiyacı hissediyorlardı. Böylelikle avdan dönen erkeklerin kabilenin kadınlarına yaptıkları ritim ve dans gösterisi, bireysel doğaçlamalar olmaktan çıkıyor, daha sistemli, organize ve toplu hale dönüşüyordu. Tapınmalar kendi içinde bir disiplin gerektirdiğinden, büyüyen çocuklar da bu şekilde eğitiliyordu. Tapınmalarla birlikte ritim ve dans sistemli bir şekilde oturmuş oluyordu. Müziğin bu ana kadar olan biçimi asıl olarak ritimlerden ibaretti. Kendi ağzı ile çıkardığı birtakım taklitlere dayalı seslerin dışında kullanılan bir ses yoktu.
Ses ve Ritim Birleşiyor

Ava çıkan erkekler, örneğin geyiklerin, çıkardığı seslerle birbirleri ile iletişim kurduklarını görüp, aynı sesi çıkararak geyiği tuzağa düşürmek istiyorlardı. Öldürdükleri geyiğin boynuzuna üflediklerinde, aradıkları sesi bulduklarını gördüler ve bunu bir avcılık yöntemi olarak geliştirdiler. Yine esen rüzgârın etkisi ile sazlıklarda yetişen kamışlardan çıkan sesi fark edip, aynı sesi kendileri de kamışa üfleyerek çıkardılar. Sadece vurarak değil, üfleyerek de farklı bir ses çıkarabildiğinin keşfedilmiş olması, müziğin o zamana kadar sadece ritimsel olan biçimine sesi de eklemesini sağladı. Bu andan itibaren müziğin gerçek temellerinden söz edebiliyoruz.

İlkel toplumun yaşadığı yüz binlerce, milyonlarca yıl, beraberinde birçok noktada deneyim kazandırdı. İnsanlar ellerini kullanmaya başladı, emek ortaya çıktı. İnsanlar başlarda beslenmek için çeşitli bitkiler topluyordu. Ama bu bitkiler kimi zamanlar umdukları gibi sık çıkmadığında, ya da göç ettikleri yerlerde bulamadıklarında büyük ölümler yaşanıyordu. Bitkinin yetiştirilebilir olduğunu, kendilerinin de ekebileceğini gördüler ve tarım başladı. Yine avcılık yaparak beslendikleri için, uzun süren uğraşlar sonucu başarısız bir av döneminin ardından açlık baş gösteriyordu. Sadece o an karnını doyurmak için değil, daha sonra da yiyebilmek için, süt vb. başka ürünlerinden faydalanabilmek için yakaladıkları hayvanları hemen öldürmemeyi, besleyerek saklamayı öğrendiler. Böylelikle hayvancılık gelişti.

Tarım ve hayvancılığın gelişmesi, beraberinde en verimli toprakların paylaşımı ile ilgili sorunları getirdi. Farklı kabileler, avlanacak hayvan ve işlenecek toprak bakımından verimli olan bölgelere yerleşebilmek için savaşmaya başladılar.

O ana kadar tapınmalarda, ayinlerde, törenlerde vb. kullanılan vurmalılar ve üflemeliler, savaşlarda kullanılmaya başlandı. Savaşlarda, cesaretlendirici ve karşı tarafın moralini, cesaretini kırmayı amaçlayan ritimler kullanılmaya başlandı.

Bunun yanı sıra, bir savaş aleti olan okun yayı çekilerek fırlatıldığında çıkardığı sesi fark ettiler. Böylelikle tellere vurarak ses çıkarılabileceğini öğrendiler. Bu deneyimle birlikte müziğe telli enstrümanlar da dâhil edildi ve biçimi zenginleştirildi. Günümüz müziğinin de temeli olan vurmalılar, üflemeliler ve telliler bir araya getirilerek biçim zenginleştirildi. Doğada dağınık ve düzensiz olarak var olan ses, estetize edilerek ritmik biçime büründürüldü ve müziğin temelleri atılmış oldu
İlkel Toplum Müziğinde İçerik

İlkel toplumlarda sınıfların olmaması, ezen ezilen çelişkisinin bulunmaması, kabilenin ortak avlanıp, ortak çalışıp ortak tüketiyor olması, her alanda olduğu gibi müzikte de ortak bir ruhun şekillenmesini beraberinde getiriyor. Müziğin içeriğine yaşadığı geçim sıkıntısı ya da iktidarını koruma hırsı yerine, avcılıkta yaşadıkları olaylar, ölünün arkasından tutulan yaslar ve kendinden güçlü gördüğü çeşitli doğa olaylarına ve nesnelere tapınmalar damgasını vuruyor. Müzikte tema olarak, insanların birbirleri ile ilişki ve çelişkilerinden çok, insanın doğayla ilişki ve çelişkisinin işlendiğini görüyoruz.

Yaşamdaki sadelik ve yalınlık müziğin öz ve biçimini de belirliyor. Nasıl yaşanıyorsa, ne yaşanıyorsa, müzikte de o anlatılıyor. Tek sınıfın olması, yaşamda keşmekeşin değil, sabit sorun ve sıkıntıların olması, bir rutinin olması ve kabile içinde farklı bakış ve beğenilerin gelişmemiş olması, farklı tabakalar ve renklerin olmaması, müzikte de çok sesliliği değil tek sesli, basit anlatımları beraberinde getiriyor. Müzikal ihtiyaçlar, beklenti ve beğeniler yaşamdaki sade akıcılıktan bağımsız gelişmiyor.

İlkel topluluğun son döneminde, köleciliğe geçişin başladığı dönemlerde ortaya çıkan savaşlar, ilkel dönem müziğinin de son döneminde belirleyici olmuştu. Kahramanlık şarkıları, cesaretlendirici anlatımlar asıl olarak bu dönemde ortaya çıktı. Müzik, kitlenin, savaşçıların moral ve motivasyonunu yüksek tutmak için, karşı grupların savaşçılarının gözünü korkutmak, sindirmek için bir psikolojik savaş aracı olarak kullanılmaya başlandı.

Toplumsal yapının, sistemin, insanların gelişim düzeyi ve algılamalarının, müziğin gelişimine ve biçimlenmesine daha en başta etkide bulunduğunu, belirlediğini görüyoruz. Yine bu etkinin sadece içeriğinde değil, ritminden melodisine kadar bütün biçiminde hâkim olduğunu görüyoruz. İnsanın pençeleri olsaydı ve vahşi hayvandan korunmak için ağaca vurarak ses çıkarmak zorunda kalmasaydı vurmalıları keşfedemeyecekti. Geyik avlamak için yöntem geliştirmek zorunda kalmasaydı, üflemelileri bulamayacaktı. Ve dahası savaşmak zorunda kalmasa oku bulamayacak, telli enstrümanı milyonlarca yıl çalamayacaktı. Hayatla iç içelik -ki buna savaşlar dahidir- enstrümanından melodisine, içeriğinden ritmine kadar her yanına damgasını vurmuştur. Ve bu damga, yüzlerce yıldır müziğin üzerinde silinmeden duruyor.
İlkel Toplumun son dönemlerinde çıkan savaşlar, yepyeni bir sistemin, yepyeni bir yaşam biçiminin doğmasını sağladı. Savaşlarda esir alınan düşman askerleri, öldürülmeyerek çalıştırılmaya başlandı. Her biri köleleştirildiler ve hiçbir hakları olmadan, sadece karınları doyurularak çalıştırılmaya, bir eşya gibi alınıp satılmaya başlandı. Toplumsal yaşam artık iki sınıftan oluşmaya başladı: Köleler ve köle sahipleri. Köle sahipleri, zamanla çok daha büyük köle yığınlarını çalıştırmaya başladı ve güçlerine güç, servetlerine servet kattı. Köleci devletler oluştu. Devletin yönetimi köle sahiplerinin elindeydi. Köleler ve köle sahiplerinin dışında, özgür insanlar olarak tabir edilen, ne köle ne köle sahibi olan, ama yoksullaştıkça köleleşme tehlikesi taşıyan insanlar vardı. Bu kesimler asıl olarak zanaatçılıkla uğraşıyordu.

Toplumsal yapının iki büyük sınıfa bölünmesi, müziğin seyrinde de büyük bir nitel dönüşümün oluşmasını sağladı. Artık herkesin ortak ruh ve şekillenişini ifade eden, doğaya karşı yapılan müziklerin yerini, sınıflara özgü gelişim izleyen müzik türleri almıştı. Sadece içerikte değil, biçimde de keskin bir ayrım yaşandı.

Köle Sahipleri ve Müzik

Köle sahipleri çok daha geniş olanaklara sahip olduğundan, müzikle uğraşlarında bilimsel gelişimin tüm imkanlarından yararlandılar. Zaman sorunu yaşamadılar. Tüm zamanlarını “mükemmel insan” olmak için harcadılar. Soyluluğun, tanrının bir lütfu olduğunu ve iş, üretim gibi şeylerin aşağı sınıflar olarak niteledikleri kölelere has olduğunu söylediler. Çocuklarını bu şekilde eğittiler. Halkın dinlediği ve söylediği müziği çocuklarına yasakladılar. Müziğin içeriğine asilleri öven, kutsayan, mükemmel olarak tanımlayan, yücelten bir tarzı hâkim kıldılar. İçeriğin ana temasını soyluluğu öven anlatımlar oluşturdu. Bu asaleti ağır ve dingin bir biçimde gerçekleştirmeye özen gösterdiler. Oynak, eğlendirici tarzın aşağı tabakalara ait olup, yüksek bilinçle alakası olmayacağını düşünerek bu tarzdan özenle kaçındılar. Anlatımı sözle de yaptılar ama asıl ağırlığı müzikal dile bıraktılar. Müzikle anlatıma sözle anlatımın çok daha önünde bir misyon yüklendi. Müziğin sadece eğlence aracı değil, yüksek bilinçle anlaşılabilecek bir tat vermesi gerektiğini belirterek birçok makam ve ses dizisini çocuklarına yasakladılar. Uyuşturucu etki yapabileceğinden korktukları makamları kullanmaktan özenle kaçındılar (örneğin Frigyen makamı). Oturaklı ve güçlü bir etkiye sahip olduğunu düşündükleri makamları kullanmaya özen gösterdiler (örneğin Doryen makamı). Halka ait olan müzik türünü çok ilkel ve geri bulduklarından, kendi müziklerini özel olarak ayrıştırdılar.

Aristo bu konuda köle sahiplerine şunu öğütler: “Geleceğimiz olan gençlerin yetiştirilmesinde her türlü müziği sevdirecek bir eğitimden kaçınılmalıdır. Örneğin kölelerin, çocukların, hatta bazı hayvan türlerinin bile sevebileceği yaygın müziğin (halk müziği kastediliyor / bn.) soylu kesimin gençlerine sevdirilmesinden kaçınılmalıdır.”

Köle sahipleri müzik ile olan ilişkilerinde, kölelere oranla çok daha büyük imkânlara sahip oldular. Tüm zamanlarını bu işe ayırabildiler; özel eğitimler alabildiler; bilimsel tüm gelişmeleri müziklerine uyarlayabildiler; keşiflerden, savaşlardan elde edilen bilgi birikimini müziğe taşıyabildiler. Özel çalışmalar sonucu, çalgı çeşidi sayısını artırdılar. Madenin gelişimi ile bakır enstrümanlar, ağaç işçiliğinin gelişimi ile tahta enstrümanlar ürettiler. Matematiğin ilerlemesi ile enstrümanların boyunu, perde aralıklarını, deliklerini standartlaştırdılar. Yine matematiğin gelişimi ile ses aralıklarını standartlaştırarak, makamsal çalışmalara yöneldiler. Enstrümanların zenginleşmesi, ses aralıklarındaki standartlar, müziğin biçimsel gelişimini tetikledi ve kölelere ait müzik türünün çok daha ilerisinde bir müzik türü olarak şekillenmesini sağladı. Köle sahiplerine ait bu müzik türü yüzyıllar sonra şekillenecek olan “klasik müzik”, başka bir deyişle “sanat müziği”nin temellerini oluşturdu. Özgür insanlar olarak anılan sınıfa dâhil olan müzisyenler, bu dönem boyunca köle sahiplerinin hizmetinde çalıştılar ve bu müziğin oluşumunda başlıca rol oynadılar.
Ses Aralıkları ve Makamların Gelişimi

Ses aralıkları üzerine çalışmalarıyla bilinen en eski uygarlık Çin’dir. Çinliler, MÖ 3000’li yıllarda bugünkü on iki sesli diziye göre beşli ses aralıklarından oluşan (Do, Sol, Re, La, Mi) beş notalı diziyi kullanmaya başladı. Bu tam beşli aralığa kromatik on iki sesi kullanarak vardılar. Han Hanedanı’ndan kuramcı King-fang, beşincilere dayanarak kromatikleri elde etme kuramını, on ikinci notada durmayıp altmışıncı notaya kadar ulaştırdı (Do, Sol, Re, La, Mi, Si, Fa diyez…). Daha sonra T’sien Yoçe, altmışta da durmayıp 360’a kadar yükseltti ama bu kuramlar çok karışık olduğu için kabul görmedi. Son olarak Ming Hanedanı’ndan Prens Tsai-yu, eşit aralıklı on iki kromatik notayı tanıttı ve tartışmalara nokta konuldu. Ancak on iki ses, Çin’de uygulama alanına girmeyip kuramsal çalışmalarda kaldı. Çin, bugün hala beşinci aralıklardan oluşan beş sesli diziyi kullanıyor.

Çin’deki bu çalışmalar asıl olarak Mısır müziğine yansıdı. Mısır üzerinden de Ortadoğu ve Akdeniz ülkelerinin müziğine girerek, bugün kullanılan ses aralıklarını ve bu aralıklar üzerinde oluşan makamları doğurdu.

Yapılan savaş ve istilalar; yıkımların, ölümlerin ve köleleştirmelerin dışında, birçok kültürel birikimin yağma edilmesini de beraberinde getirdi. Birçok alanda olduğu gibi müzikteki gelişmeler, araştırmalar ve enstrümanlar, istila edenlerce ülkelerine taşındı. Köle sahipleri, müzikal biçimlerini oluştururken, istila ettikleri toprakların kültürel miraslarını da kullandı. Böylelikle çok farklı yerlerde, çok farklı doğa koşullarında oluşmuş olan enstrümanları ya da ses aralıklarını müziklerine katarak çok daha zenginleştirdiler.
Köleler ve Müzik

Köle sahiplerinin tersine, köleler, müziğe ayıracak özel bir zaman bulamadı. Yaşamaları için zorunlu olan birkaç saatlik uykunun dışında, zamanlarının tümünü çalışarak geçirdiler. Günün hiçbir anında, haftanın hiçbir gününde boş zaman yaratamadılar. Özel eğlencelerinde biraraya gelmek, şarkılar söylemek ve dans etmek şöyle dursun, dinlenmeye bile zaman bulamadılar. Bütün güçlerini ve zamanlarını, bütün enerjilerini efendilerine hizmet için harcamaya mecbur edildiler.

Ne müziğe, ne de sanatın herhangi bir dalına ilişkin, hatta yapmak zorunda oldukları işin dışında başka bir iş yapmak için bile eğitim alamadılar. Müzikteki hiçbir gelişmeyi takip edemediler, kuramları öğrenemediler. Makamın ne olduğunu, ses aralığının ne olduğunu, ritmin ne olduğunu, hangi duygunun nasıl anlatılacağını öğrenemediler. Köle sahiplerinin ve onlar adına müzik yapanların, teknik olarak onlarla kıyaslanamayacak kadar gerisinde bırakıldılar. Geliştirilen herhangi bir enstrümanı değil çalmak, göremediler bile. Hangi enstrüman hangisi ile uyumlu, hangi enstrüman hangi makamı çalar, hangi ses aralığına sahiptir, öğrenemediler.

Bütün bu şartlara rağmen yaşadıklarını, karşılaştıkları ağır koşulları, çektikleri eziyetleri, uğradıkları hakaretleri, yapılan işkenceleri, yaslarını, matemlerini, doğum sevinçlerini, ayrılıklarını, kavuşmalarını, kısaca yaşadıkları tüm duyguları müzikle anlatmak istediler. Ve bu koşullara rağmen; zaman bırakılmamasına, yorgunluklara, eğitimsizliğe, enstrümansızlığa rağmen, büyük bir özveriyle anlatmayı başardılar. Müzikte yapay bir asalet kaygısı gütmediler. Saf, samimi, sıcak şarkılar yaptılar. Yaslarını ağıtlarla, sevinçlerini danslarla dile getirdiler. Çocuklarını ninnilerle uyuttular. Köle sahiplerinin, kendilerini aşağılık gören, küçümseyen, yok sayan tavrına karşılık, müziklerinde onlarla alay ettiler. Öfkelerini dile getirdiler. Çok ağır olan yaşam koşullarına rağmen, müzikle kendilerini güçlü kıldılar.

Zaman sorununu uykusuzluğu göze alarak, gerektiğinde hiç uyumayarak aştılar. Eğitimsizliği, hislerine güvenerek, onların yoğunluğuyla anlatarak aştılar. Enstrümansızlığı, ilkel dönemde olduğu gibi kâh çanak çömlek kullanarak, kâh bir kamış bulup keserek ve ona üfleyerek aştılar. Şarkılarını, el yapımı ilkel enstrümanlarla çaldılar.

Enstrümanlardaki bu kalitesizlik ve sürekli gelişen bilimin müziğe uyarlanamıyor olması, müzikal anlatımda bir yavanlık ve tekdüzeliği beraberinde getirdi. Kendini geliştiren, tüm gelişmelerden etkilenen, farklı birikimlerle birleşerek yenilenen bir müzik türü olmaktan çok, kendini tekrarlayan bir müzik türü haline geldi. Teknik olarak köle sahiplerinin müziğinden çok geride kaldı. Kölelere ait olan bu müzik, bugün de Halk Müziği olarak adlandırılan müziğin temellerini oluşturdu. Köle sahiplerinin müziği olan Klasik Müzik, çok hızlı gelişimler göstererek kendini sürekli yenilerken, kölelere ait olan Halk Müziği, büyük gelişimler yaşayamadı. Bu durum günümüze kadar sürdü.

Klasik Müzik, ne kadar kaliteli ve güçlü olursa olsun, sınıfsal karakteri yüzünden ve bu sınıfsal karakter, beğenileri ve algılamaları belirlediğinden, halklaşamadı. Halktan insanlar kendine ait bir müzik türü olarak benimseyip, sahiplenemedi. Belli elit bir kesime ait oldu.

Halk Müziği, bilimsel temeller değil, geleneksel temeller üzerinde yükseldiğinden, biçimde ve enstrümanda çok gelişemedi. Bir kısır döngü içinde kaldı. Sözlü anlatıma müzikal anlatımın çok daha önünde bir misyon yüklendi. Bu nedenle müzikal olarak geri kalmış yanını, sözlü anlatımı çok ileri noktalara sıçratarak kapattı. Halkın yaşam biçimini, düşlerini ve duygularını en sıcak ve en samimi haliyle anlattığı için, bütün geri bırakılmasına rağmen yüzlerce, binlerce yıl ayakta kalabildi. Halkın asıl sahiplendiği, kaliteli kavramını asıl layık gördüğü, duygularına tercüman olarak bulduğu müzik türü oldu.
Dönem Müziğine Genel Bakış

Maden, ağaç ve taş işçiliğinin ilerlemesi ile matematikte yaşanan gelişmeler, enstrüman çeşidini arttırdı. Köleci toplum müziğinde, davul ve zilin yanında, arp, lir ve alulos isimli enstrümanlar kullanılmaya başlandı. Enstrümanlarda belli bir standartlaşmaya gidilmesi müzikal çalışmaları hızlandırdı. İlk notalama çalışmaları bu dönem oluştu. Notalar daha çok ses aralıkları arasındaki farklılığı ifade etmesi için geliştirildi. Notalama çalışmaları makamların şekillenmesini sağladı. Bu dönem boyunca da ezgiler geniş ve ölçüsüz kullanılmaya devam edildi. Doğaçlamalar belirleyiciliğini korudu. Müziğin kullanım alanları ise kral çocuklarının doğum törenleri, kralların ölümü, savaş öncesi ve sonrası törenler, kral ve tanrıyı öven ayinler, cesaret ve huzur veren törenlerden oluştu. Çin’den Mısır’a, Hint’ten Mezopotamya’ya, Yunan’dan Roma’ya tüm imparatorluklar ve devletlerde benzer bir seyir izledi.
Müzik eseri üreten sanatçılar, kalıcılık sorununu öteden beri hissettiler. Akla gelen bir düşünce, bir şiir, yazılarak kalıcı hale getirilebiliyordu. Bu kalıcılık müzik için de gerekliydi. Bir müzik yazısı gerekiyordu bulunan melodiyi unutmamak için. Bir müzisyen, bestelediği bir şarkıyı zaman geçtikçe, ya da yeni besteler yaptıkça unutuyordu. Yapılan bir besteyi yıllar sonra hatırlamak, bu şekilde onlarca, yüzlerce besteyi ilk haliyle hatırlamak çok zor bir işti. Bunun dışında, yapılan şarkının ömrü ile o şarkıyı yapanın ömrü eşit oluyordu. Çoğu zaman müzisyen öldüğünde, o besteyi hatırlayan olmuyordu. Şarkıyı duyan biri de kendi aklında kaldığınca söylüyor, şarkı farklı coğrafyalara yayılıyor olsa da ciddi değişikliklere uğruyordu. Tüm bu sebeplerden, müzikal üretimde bulunanlar açısından, müzik yazısı hayati bir önem taşıyordu. Bir yandan üretirken, bir yandan müzik yazısı sorununu çözmek için büyük çabalar harcıyorlardı. Ne var ki, “bu konudaki gelişim kaplumbağa hızıyla ilerledi” tespiti yanlış olmayacaktır.

Bu konuda ilk somut adım, seslere adlar vermeyi düşünen Romalı filozof Boethius (M.S. 480–524) tarafından atıldı. Boethius, La’dan başlayarak dizideki seslerin her birini bir harfle adlandırdı. Ondan çok daha eski olan ve seslerin iniş çıkışlarını gösteren ve ‘işaret’ anlamına gelen ‘Neuma’lar bu sistemle birlikte yedinci yüzyılda kullanılmaya başlandı. Bunlar ancak bestenin sahibinin anlayacağı türden işaretler olarak hatırlatıcı bir işlev görüyorlardı ve melodiyi yaklaşık olarak ifade ediyorlardı. Bu sistem yeterli olmayınca dokuzuncu yüzyılda tek çizgili porte kullanılmaya başlandı. Bu sistemde, çizginin üst tarafına konulan işaretler sesin inceldiğini, tam üstüne konulan işaretler aynı seste ilerlediğini, altına konulan işaretler de pesleştiğini gösteriyordu. Ancak ne kadar inceldiği ya da kaç ses pesleştiği tamamen okuyanın yorumuna kalıyordu. Günümüzde kullanılan nota isimleri onuncu yüzyıl içerisinde Milanolu Keşiş Guido Arrezo tarafından konuldu. Keşiş bu isimleri bir ilahinin her satırının ilk hecesinden alarak koydu:

Ut quent laxis (Ut yerine Do ismi onaltıncı yüzyılda kullanılmaya başlandı)
REsonera fibris
MIra gestorum
FAmuli tuorum
SOLve poluti
LAbii reatum
Soncte Iohannes

Sonra ikinci, üçüncü, çizgiler eklendi. Dördüncü çizgi eklendiğinde takvimler on ikinci yüzyılı gösteriyordu. Çizgiler farklı renklerle birbirinden ayrıldı, ama ihtiyaç hala karşılanamadı. Beş çizgili porte, notaların uzunlukları, ölçü çizgisi, on altıncı yüzyılda yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Diyez, bemol gibi işaretler, bugünkü bir okuyucunun zorlanmadan okuyacağı nota yazım tekniği ancak on dokuzuncu yüzyılda kullanıma girdi.
Kilise ve Müziğe Etkisi

Ortaçağ Avrupası’nda müzik yazısının gelişmesine en az müzisyenler kadar ihtiyaç duyan bir kurum vardı: Kiliseler...

Kilise, halk müziğini ve enstrümanları, putataparlığın simgesi olarak görüyordu. Müzikte kadının yeri olamazdı, bu olsa olsa şeytanın işiydi! Sadece kiliselerde okunan ilahiler uygun görülüyordu. Bunun dışındaki her müzik türü günah işlemek anlamına geliyordu. Kilise ayinlerinde kullanılan ilahiler tek sesli ve erkekler tarafından oluşturulan bir koro tarafından söyleniyordu. Kilisenin tüm önlemleri ve yasaklarına rağmen, halk müziğinin etkileri ilahilere yansıdı. Sözlerden melodiye kadar bu açıkça kendini gösteriyordu. Pek çok şehre, kasabaya dağılmış kilise vardı. Bütün bu kiliselerde kullanılan ilahiler aynı değildi. Birçoğunda halk müziğinin etkileri ciddi boyutlara geldi. Bunun üzerine Papa Gregor (M.S. 540–604) bütün kiliselerde tek tip ve merkezi olarak belirlenen ilahiler okunması için çalışma başlattı. “Tek bir müzik yoluyla tek bir kilise” düşüncesiyle, mistik etkisi yüksek özel ilahiler hazırlattı. Toprak sahiplerinin en büyüğü olan kilise, feodalizmin de temel dayanağını oluşturuyordu. Her şeyi, halkı kendi istediği doğrultuda eğitmek için kullandı. Bilim, eğitim, ahlak, sanat... Müzik bunlardan yalnızca biriydi. Bunun için çağının en ileri gelen müzisyenlerini çalıştırdı. Ve yine bu müzisyenleri, ilahileri öğretmek üzere dört bir yanda bulunan kiliselere gönderdi. Bunun için Neumalardan faydalanılmasını sağladı. Müzik yazısı sayesinde bu ilahileri kalıcılaştırmak ve her yerde aynı okunmasını sağlamak istiyordu. Bunun için bu çalışmaları özel olarak organize etti. Bu nedenle notalama çabaları hiçbir dönem olmadığı kadar hız kazandı. Kilisenin tek sesli tören melodileri o günden bu güne ‘Gregor Melodileri’ olarak varlığını korudu.
Çoksesliliğin Gelişimi

Kilisenin enstrümanı ve halk ezgilerini yasaklayan tutumuna karşın bunlar kilisenin duvarları ardına her fırsatta sızdı. Bir aşamadan sonra kilise bunları önleyemez oldu ve bu durumu hemen teorize ederek benimsemek zorunda kaldı. Org’u kutsal kitapta geçtiğini söyleyerek, oynak bulup yasakladığı üç zamanlı müziği kutsal üçlüyü sembolize ettiğini iddia ederek kabul etti. Orgun kiliseye girerek serbest kalması ile çok sesli müzik gelişmeye başladı. Onuncu yüzyılda paralel dörtlü, beşli ve oktav sesler geri planda kalmak koşuluyla din melodilerine eşlik etmeye başladı. Bu sesler kulağa yatkın olduğu için, ana seste varolan Gregor melodiyi bastırmadıkları, tersine güçlendirdikleri için yasaklanmadılar. Zamanla paralel giden seslerde ters yönlere yönelişler, genişleme ve daralmalar oluştu. On birinci yüzyılda ikinci ses ana sesi bastırmaya, kimi zaman önüne geçmeye başladı. Üçlü ve altılı gibi ters karakterli sesler kullanılmaya başlandığında, daha önce iki paralel sesten oluşan çokseslilikteki sayı üçe, dörde çıktı. Dört sesten oluşan şarkının baş sesi olan Gregor melodisi çıkarıldı, yerine yeni melodiler eklendi. Çokseslilik kilise dışına taşarak gelişimini sürdürdü. O ana kadar kullanılan Neumalar müzikte varolan gelişimi karşılamamaya başladı. Notaların ifade ettiği seslerin tam karşılığı, değerleri, net olarak gösterilmeliydi. Çoksesliliğin gelişimi porte tipi bir çözümü zorunlu kıldı ve notalama çabalarını tetikledi.
Feodal Dönemde Din Dışı Müzik

Kilisenin başlarda iblis işi olarak ilan ettiği ve yasakladığı halk müziği, yaşamın farklı alanlarında kullanılmaya devam etti. Topraksız köylüler karnavallarda, ilkbaharda, hasat zamanında, düğünlerde hep müzik kullandılar. Köylü müziği zamanla feodallere karşı kahramanlık şarkılarıyla, kır şarkılarıyla, sevda şarkılarıyla, ninnilerle gelişti.

Kentler, çok farklı kültürlerin bir arada olduğu, birbiri ile etkileştiği, birbirini geliştirdiği yerlerdi. Ticaret merkezi olan kentler, gelip geçen yolculardan, müşterilere, tüccarlara kadar pek çok kişiyi barındırıyordu. Bu nedenle kentlerde gelişen müzik türü, farklı kültürel zenginlikleri içinde barındırarak şekillendi. Aynı zamanda hem köylü müziğinden hem kilise müziğinden etkilenen, ikisini birleştiren bir yapısı vardı.

Özellikle Haçlı seferleri kent müziğini sıçratan bir işlev gördü. Müslümanlara dönük bu savaşların sonucunda, bu ülkelerdeki birçok kültürel birikim, seferleri yapan ordular tarafından ülkelerine taşındı. Hem bu savaşlar sırasında yapılan kahramanlık şarkıları, hem gidilen ülkelerden alınan melodiler, motifler, enstrümanlar, Avrupa kentlerinde yapılan müziğe aktarıldı. Gezgin şarkıcılar, bu şarkıları, melodileri ülkelerinin dört bir yanında okudular, enstrümanları kullanarak yaygınlaşmasını sağladılar. Org, lavta (uttan türetilmiş bir enstrüman) ve lir isimli enstrümanların yanında zamanla tulum, gayda, pan flüt, blok flüt, arp, kanun, ut, rebap gibi enstrümanlar da kullanılmaya başlandı. Ardından nakkare isimli küçük el davulları yaygınlaştı. Açıkhava’da trompet, trampet, davul, korno, çifte flüt kullanılmaya başlandı. Tüm bu enstrümanlar içinde özellikle trampet, timpani, davul, lavta, zil, keman, arp, santür, hut ve obua son derece yaygın bir şekilde kullanıldı. Eski çalgılardan lir ve kitara yok olmaya başladı.

Bütün bu enstrümanların yaygınlaşmasında gezgin ozanların ciddi bir etkisi olmasıyla birlikte, temel neden, kilisenin zamanla gerilemesi ve özellikle enstrümanların daha serbest bir hale gelmesi oldu.

Enstrümanların serbest kullanımı, müzikte birçok yeniliği beraberinde getirdi. Çalgılarının büyük bölümünün genişliğinin insan sesinden çok daha fazla olması genişlik, derinlik ve gürlük gibi faktörlerin müziğin unsurları arasına girmesini sağladı. Enstrümanlar asıl melodiyi çalmanın yanında, onu destekleyerek ya da ters yönlerde hareket ederek zenginleştirdi. Çoksesliliğe yeni bir boyut kazandırdı. İnsan sesine dayalı çokseslilikte daha çok paralel bir seyir varken (kontrpuan), enstrümanların kullanımı ile birlikte derinlik ya da dikeylik (armoni) ortaya çıktı. Modal sistemden tonal sisteme (majör-minör) geçildi. Vurmalı enstrümanlardaki çeşitlilik, müziğin sadece ritim öğesini değil anlatımını da güçlendirdi.
 Kentlerde zanaatçılıkla uğraşan kesim; zamanla büyük işletmelere sahip olan, sahip olduğu atölyelerde birçok kişi çalıştıran güçler durumuna geldi. Ama iktidardaki feodal yapı ve kilisenin tutumu, gelişmelerini önlüyordu. Kilisenin gerici, yasakçı, baskıcı tutumu, akıl dışı şeyleri “tanrı buyruğu” adı altında kabul ettirmeleri, gelişimlerini engelleyen faktörler arasındaydı. Bilimsel gelişmelerin nimetlerinden faydalanmak isteyen burjuvazi, Kilisenin bu şekildeki uygulamaları nedeniyle isteklerini gerçekleştiremiyordu. Bu nedenle Feodal yönetim anlayışı ve Kiliseye karşı savaş açtılar. Bir yandan ekonomik gelişimlerini sürdürürken, diğer yandan bilime, sanat ve edebiyata yöneldiler. Sorunlara daha akılcı yöntemlerle yaklaşılabileceğini, kutsal kitapların eleştirel olarak yorumlanabileceğini savundular. Batıl inançları ve cehaleti karşısına alan bu akım, sanat ve edebiyatta “aydınlanmacı” bir hareket olarak yaygınlaştı. Bu akımda “insancıllık” esas alındı. “Bilgi güçtür” düşüncesi ortaya atıldı, zanaatkâr beceri teşvik edildi. İş yapan insan değerli bulundu. Dinde zorlama olamayacağı, mucizelerin akıl dışı olduğu vurgulandı. Tüm bunlara karşılık olarak doğaya yönelim oldu. Kutsanması gerekenin doğa ve bilim olduğu ifade edildi. Bu döneme kadar soylulara hizmet etmeye başlayan usta müzisyenler de sokağa inmeye başladı. Klasik Müzik Halkla Buluşuyor

Usta müzisyenler, yüzyıllar boyu kiliselerde ya da soylu kişilerin evlerinde çalıştılar. Soylu sınıfı müzisyene ayrı bir değer vermedi. Evin herhangi bir çalışanı olarak, bahçıvana, aşçıya, uşağa vb. verilen değer, saygı neyse müzisyene de aynısı verildi. Evin değersiz, herhangi bir çalışanı olan müzisyen de temel olarak efendiye methiyeyi konu edindi. İşi buydu, bunun için para alıyordu. Müzisyenlerin, soyluların hizmetine hapsedilmesi; halkın gelişmiş sanat müziğinden kopuk olmasını ve ilgisiz kalmasını beraberinde getirdi. Müziği icra eden müzisyenlerin, soyluların evlerinden çıkarak sokağa yönelmesi 17. yüzyılda gerçekleşebildi. Bilinen ilk halk konseri 1672 yılında Londra’da yapıldı. Denilebilir ki ondan önceki yüzyıllar boyunca halk ve gelişmiş enstrümanlarla yapılan müzik türü hiç bir araya gelmedi. 17. yüzyıla kadar müzisyenler ve doğal olarak enstrümanlar soyluların uşağı durumunda oldular.

Halk, gelişmiş olan sanat müziği ile tanışmadan önce kiliselerde ya da özel toplantılar, düğünler, şenlikler, panayırlar gibi din dışı törenlerde müzik dinlerdi. Burada dinlediği müzik, teknik olarak geri kalmış ama son derece sıcak bulduğu ezgilerden oluşuyordu. Sanat müziği ile bu kadar geç tanışması, bu süre içinde sanat müziğinin son derece gelişmiş ve karmaşıklaşmış olması ve halkın müzikteki bu yoğunluğa hazır olmaması, ilgisizliği ve benimsememeyi beraberinde getirdi. Gelişmiş olan sanat müziği, halk tarafından benimsenmedi. Bu yüzden daha kolay müzik arayışına gidildi. Bunun sonucu olarak halk müziği motifleri ve sanat müziği enstrümanları, düzenlemeleri birleştirilerek yeni bir tür ortaya çıkarıldı. Özellikle kentlerde yaşayan halk, kendi müziğinin çok daha gelişmiş biçimlerini dinlemeye başladı.

Kilise baskısının gerilemeye başlaması, çok tanrılı dinlere ait olan ve yasaklı sayılan enstrümanların özgürleşmesini ve yaygınlaşmasını sağladı. Tiyatroya eşlik eden müzik operayı, operanın gelişimi ise insan sesine daha yakın enstrümanlar bulmayı teşvik etti. Yaylılar üzerinde duruldu. Eski çağlardan beri gelen yaylılar, evrim sürecinden geçerek bugünkü kemanı oluşturdu. Kemanın ihtiyacı tam karşılamaması farklı boylarda üretimini zorunlu kıldı ve bugünkü viyola ve viyolonsel ortaya çıktı. Kurulan opera orkestraları bugünkü senfoni orkestrasının temelini oluşturdu. Kilise baskısının kaybolmaya yüz tutması, kilise makamlarının yerine minör-majör dizilerin yerleşmeye başlamasını, yatay çokseslilik yerine dikey çoksesliliğin gelişimini sağladı. İnsan sesinin geri plana düşmesi ise enstrümanlardaki çoksesliliğin müziğin belirleyici unsurunu oluşturmaya başlamasını beraberinde getirdi. Böylece müzik saray, kilise ve malikânelerden çıkıp sokaklara, evlere yayıldı. ve oda orkestrası yaygınlaşmaya başladı.

Aydınlanma ile birlikte gelişmiş sanat müziğinin halka inmesi, konu içeriğini zenginleştirdi. Soylulara dizilen abartılı methiyelerin yerini gerçekçilik ve canlılık aldı. Feodalizmle alay etmek, neredeyse bir kural olarak benimsendi. İnsan ilişkilerinden kadınların yaşamına kadar dinin günah saydığı tüm konular işlenmeye başlandı. Daha doğrusu halk müziğinde zaten var olan bu özellikler, sanat müziğinin yeni gelişmekte olan türünün de konuları arasına girdi. Burjuvazi’nin zorunlu tercihi, sadece kendisini öven şeyler değil, halkın yaşamını da anlatmak şeklindeydi. Feodalizm ortak düşman olduğundan, konular da ortaklaşmaktaydı.

Müzisyenlerin daha özgür bir ortamda çalışması, müziğin gelişimi için yaptıkları çalışmalarda büyük kolaylıklar sağladı. Aydınların, sanatçıların, bilim adamlarının işbirliği; her birine kendi alanında büyük gelişimler yaşattı. Müziği oluşturan bütün faktörler, bu dönemde bilinebilir oldu ve sesin derinliğinden genişliğine tüm yanları incelendi. Müzik yazısı belli bir standarda kavuştu. Orkestralardaki çalgı adedi ve yerleri standarda kavuşturuldu. Operadan oratoryoya, senfoniden konçertoya kadar farklı müzik türleri biçimlenerek son hallerini almaya başladı. Müzikte kusursuz işçilik esas alındı.

Klasik müzikteki bu sıçrama, halk ezgilerine yönelme ile elde edildi. Denilebilir ki kullanılan ezgilerin tamamına yakını halk ezgilerinden, danslarından ve ritim kalıplarından alındı. Bu ezgilerin merkeze oturtulduğu bir armonik yapı oluşturuldu, kullanılan ritimlerle güçlü bir dinamizm elde edildi. Eski durağan ve tek düze stil terk edilmeye başlandı.

Bu müzik türü özellikle Haydn, Mozart ve Beethoven ile en yüksek aşamasına ulaştı.

18. yüzyılın sonlarına doğru, orgun yerini piyano almaya başladı. Piyanonun yapısında yapılan geliştirme çabaları, kuyruklu piyanoyu ortaya çıkardı. Özellikle piyanonun bulunuşu ile müziğin seyri ciddi biçimde değişti. Piyano, çok geniş ses aralığı (yaklaşık yedi buçuk oktav) ve sesteki her ayrıntıyı duymanızı sağlayan yapısı ile tek kişilik orkestra gibi işlev gördü. Birçok müzik eseri ve müzik türü piyanonun kullanımı ile ortaya çıktı.
 Fransız Burjuva Devrimi ve Müziğe Etkisi

Feodalizmin güç kaybetmeye başlaması, Fransız Devrimi ile somut bir biçime dönüştü. Devrimin etkisi ile yazılan kahramanlık şarkıları, zamanla gerçek hayatın akışının dışında kaldı. Burjuvazinin iktidarı alması, peşinden sanayide yaşanan büyük atılımlar, yepyeni bir toplumsal yapıyı beraberinde getirdi. Başta devrimci olan ve yoksul halkla birlikte hareket eden burjuvazi, iktidara geçtiğinde, gücünü korumak için gerici yüzünü ortaya çıkardı. “Aydınlanma hareketi” olarak gelişen akım, bu dönüşümle birlikte gerici bir misyon yüklenmeye başladı. İnsanların yaşadığı yıkımlar, hayal kırıklıkları, korku, dehşet, bu akımın konusunun dışında kaldı. Yaşanan savaşlar, yıkımlar, tarımı neredeyse bitirdi; köylüleri çok daha ağır koşulların içine itti. Kentlerdeki yoksulluk da alabildiğince arttı, işsiz yığınlar oluşmaya başladı. Savaşlarla oluşan yeni sınırlar, “uluslaşma” kavramının ortaya çıkmasını sağladı. Uluslaşma ile birlikte, önceleri daha geniş bir biçimi kapsayan Klasik Müzik, biçim değiştirerek ulusal doku ve kültüre uyumu sağladı. Yerel halk müziği, ulus kimliğinin gelişmesi ile birlikte daha gelişmiş biçimlere büründü. Her coğrafyanın kendi yaşam biçimine özgü, kendi kültürel şekillenişine özgü melodi ve enstrümanları kendine özgü bir gelişim yaşadı.

Bu aşamadan sonra, yüzyıllarca tekdüze ve yalın olarak yürüyen müziğin gelişimi, çok daha karmaşık ve dağınık biçimde ilerlemeye başladı.

Bu yeni sistem, öncekilere oranla daha karmaşık ilişkiler üzerine kuruldu. Burjuvazi, daha güçsüz de olsa feodaller, işçiler, köylüler, küçük burjuvazi, işsizler... Toplumsal yapıdaki bu karmaşıklık, müziğin bundan sonraki şekillenişine aynen yansıdı.

Makineleşmenin artması, ekonomik, sosyal ve siyasal bunalımların baş göstermesi, savaşlar; korku, tedirginlik, gelecek kaygısı, öfke gibi duyguların yoğunlaştığı, ulusal kurtuluş hareketlerinin gündeme geldiği bir dönemi başlattı. Bu durum sanatçıları da etkiledi. Her biri bu koşulları bizzat yaşadığı için, üretimin içeriğini yeni dönemin konuları oluşturmaya başladı. Kendini yeni döneme uyarlayabilenler, yaşadıklarını farklı şekillerde anlattılar. Uyarlayamayanlar, eski biçimler içine gizlenerek aradılar kurtuluşu ama yeni dönem ihtiyaç ve beğenilerine cevap veremediğinden kaybolup gittiler.

Yeni tarz müzik, hem içerikte hem biçimde belirgin bir biçimde ayrışma yaşadı.

Ticaretin, hayatın her alanına egemen olması; her şeyi pazarda tüketilen birer metaya dönüştürdü. Bilim, kültür, sanat ve edebiyat ürünlerini de... Ve tabi müzikal üretimleri de.

Bundan önce sınıfsal bir karakter izleyen müzik, bundan böyle içine çeşitli sınıfları alan “pazara” yöneldi. Pazarın sahibi burjuvazi olduğundan, onun temsil ettiği değerler kutsanmaya başlandı. Burjuvaların kendilerinden çok, sistemin getirdiği yeni kültür, şan, şöhret, para gibi kişiyi büyüleyecek, bu yönde teşvik edecek konular işlendi. Pazara hâkim olan burjuvazi, şarkıları
pazarda satılacak eşya olarak gördüğünden, kendi çıkarına uygun olmayanı pazara sokmayarak eritme gücüne sahipti.

Pazarda çok farklı sınıf ve tabakalar olduğundan, beğeniler de çeşitlilik gösteriyordu. Tüm beğenileri kapsayacak bir yöntem olarak, şarkı içinde birbirine karşıt melodiler kullanılmaya başlandı. Farklı duyguları birleştiren melodiler. Müziğin tüm özellikleri çözümlendi. Tüm müzik türlerinden tüm enstrümanlara, hepsinin kapasitesi net olarak ortaya konuldu. Halk müziği kalıplarından yararlanılarak, yeni yazım türleri geliştirildi. Ancak her şeyi ile pazara başka bir deyişle piyasaya kilitlenmiş olan müzisyenler, pazarın ihtiyacını karşılamak için yoğunlaştılar.

Pazar ya da piyasa kavramının gelişmesi, değişen dengeler ve bunlarla birlikte modası gelip geçen akımları yarattı. Farklı zamanlarda farklı müzik akımları öne çıkıp geriledi. Yeri geldi öfkeyi ifade ederken rahatlatan ve eriten, yeri geldi hayal kırıklığını ifade ederken umutsuzlaştıran akımlar gelişti. Burjuvazi, daha önceki toplumlardaki yöneticiler gibi davranmadı, müziğe özel bir önem verdi. Halka seslenecek olan müziği yok sayıp yasaklamak yerine, doğrudan elinde bulundurarak yönlendirmeyi, ruh halini bu müzik türü aracılığı ile belirlemeyi hedefledi.

Burjuvazinin yönlendirdiği piyasa müziğinin dışında, halkın kendi geleneklerine yaslanarak sürdürdüğü halk müziği yine diğer bir tanımla geleneksel müzik, kendi kuralları ve içtenliği ile varlığını sürdürüyor. Kapitalizmin gelişmesi, halk müziğinin dışında, içerik ve biçimde bu müziğe yaslanan, bunun dışında gerek klasik müzikten gerek diğer ulusların müzikal birikimlerinden yararlanarak varlığını sürdüren bir müzik türünü daha ortaya çıkardı. Bu müzik türü burjuvazinin yönlendirdiği piyasa ihtiyaçları ile değil, kapitalizmde burjuvazi ile birlikte ortaya çıkan proletaryanın ihtiyaçları ile şekillendi. Burjuvazinin yönlendirmelerinin tersine, sistemdeki adaletsizlikleri, haksızlıkları, açlık ve yıkımları, savaş ve ölümleri, yoksul halkın yaşadığı her şeyi devrimci bir bakış açısı ile ele alan, bu sistemle çözüm olmayacağını, çözümün örgütlenerek mücadele edildiğinde ve yeni bir sistem kurulduğunda geleceğini belirten bu müzik türü, içerik ve biçimde kendine özgü yöntemler geliştirdi. Kilisenin halk müziğine uyguladığı baskı ve yasağı burjuvazi bu müzik türüne uyguladı.

Kapitalizmin yaygınlaştığı ülkelerde asıl olarak bu akımlar belirleyici olurken, piyasa için müzik yapanlar halkın yaşamından giderek uzaklaştılar ve koptular. Zamanla onlar ayrı bir dünyada, dinleyicileri ayrı bir dünyada yaşar oldular. Büyük starlar oluştu. Ve bu starların ulaşılamazlığı kutsandı, onların izinden gidildi. Müzik özel bir yetenek olarak gösterildi, herkesin harcı olamayacağı benimsetildi.

Sosyalizmin kurulduğu Sovyetler Birliği’nde ise müzik, kitlelerin eğitim aracı olarak benimsendi. Bu nedenle gerek sözlerde gerek müzikte anlaşılmaz deneysel uğraşlardan kaçınılarak, yalın ve akılda kalıcı üretimler teşvik edildi. Müziğin kişinin gelişiminde doğrudan bir etkisi olduğu düşünülerek, sadece profesyonel değil, yarı-profesyonel, amatör, her biçimde müzik grubu, koro, orkestra desteklendi. Ülkelerinin en büyük sanatçıları, yeri geldiğinde çok sert eleştirilerek halkın değerlerini tanımaya, yapacakları müziği bu değerler üzerine inşa etmeye davet edildi.
 Sonuç Olarak

Müzik, ilk çağlardan itibaren toplumsal gelişime paralel bir seyir izledi. Toplumsal yaşamdaki sınıfsal ayrışmalar aynen müziğe de yansıdı. Her dönem politikaların uygulanmasında, kültürün oluşturulmasında büyük önem taşıdı. Yönetenler açısından da yönetilenler açısından da misyonlar yüklendi. Yönetenler, sistemin devamını sağlamak için milyonlarca kişiye yasaklarını benimsetmek için ya da yozlaştırmak, değerlerinden uzaklaştırmak için kullandılar müziği. Ezilenler ise kederlerini, sevinçlerini, öfkelerini dile getirmek için...

Bugün yaşanan karmaşa, aynen müziğe de yansıyor. Yüzyıllar boyu nasıl olduysa, bugünün ilişki ve çelişkileri de farklı müzik türlerini ortaya çıkarıyor.

Piyasa dengeleri, gelişecek ya da bitecek olan müzik akımlarını belirliyor. Piyasa dışı olan müzik, gururla yolculuğuna devam ediyor...


Buraya kadar olan mesajların tümü alıntıdır: Tavır Dergisi - Sinan GÜMÜŞ
  

Yazıyı Tavsiye Et

Yorumlar


Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.

Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.