ISSN: 1301 - 3971
Yıl: 18      Sayı: 1931
Şu an 18 müzisyen gazete okuyor
Müzik ON OFF

Günün Mesajları


♪ Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anarken, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını en coşkun ifadelerle kutluyoruz.
Mavi Nota - 28.10.2023


♪ Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Bölümlerinin Eğitim Programları Sorunları
Gülşah Sargın Kaptaş - 28.10.2023


♪ GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE!
Mavi Nota - 07.02.2023


♪ 30 yıl sonra karşılaşmak çok güzel Kurtuluş, teveccüh etmişsin çok teşekkür ederim. Nerelerdesin? Bilgi verirsen sevinirim, selamlar, sevgiler.
M.Semih Baylan - 08.01.2023


♪ Değerli Müfit hocama en içten sevgi saygılarımı iletin lütfen .Üniversite yıllarımda özel radyo yayıncılığı yaptım.1994 yılında derginin bu daldaki ödülüne layık görülmüştüm evde yıllar sonra plaketi buldum hadi bir internetten arayayım dediğimde ikinci büyük şoku yaşadım 1994 de verdiği ödülü değerli hocam arşivinde fotoğraf larımız ile yayınlamaya devam ediyor.ne büyük bir emek emeği geçen herkese en derin saygılarımı sunarım.Ne olur hocamın ellerinden benim için öpün.
Kurtuluş Çelebi - 07.01.2023


♪ 18. yılımız kutlu olsun
Mavi Nota - 23.11.2022


♪ Biliyorum Cüneyt bey, yazımda da böyle bir şey demedim zaten.
editör - 20.11.2022


♪ sayın müfit bey bilgilerinizi kontrol edi 6440 sayılı cso kurulrş kanununda 4 b diye bir tanım yoktur
CÜNEYT BALKIZ - 14.11.2022


♪ Sayın Cüneyt Balkız, yazımda öncelikle bütün 4B’li sanatçıların kadroya alınmaları hususunu önemle belirtirken, bundan sonra orkestraları 6940 sayılı CSO kanunu kapsamında, DOB ve DT’de kendi kuruluş yasasına, diğer toplulukların da kendi yönetmeliklerine göre alımların gerçekleştirilmesi konusuna da önemle dikkat çektim!
editör - 13.11.2022


♪ 4bliler kadro bekliyor başlıklı yazınızda sanki 4 bliler devre dışı bırakılmış gibi izlenim doğuyor obür kamu kurulrşlarında olduğu gibi kayıtsız şartsız kadroya geçecekler yıllardır sanat kurumlarımızı sırtlayan bu sanatçılarımıza sınav istemek yapılacak en büyük kötülüktür bilginize
CÜNEYT BALKIZ - 12.11.2022


Tüm Mesajlar

Anket


DOB, DT ve GSGM'de 4B kadrosunda çalışanların 4A kadrosuna alınmaları için;

Sonuçları Gör

Geçmişteki Anketler

Tavsiye Et




Tavsiye etmek için sisteme girmeniz gerekmektedir.

Destekleyenlerimiz






 

Yazılar


Müzik öğretilmez yolu gösterilir!Sayı: 431 - 08.11.2007


Yaklaşık 10 yıldır kesintisiz devam eden yayınıyla Türkiye’de jazz takipçiliğinin oluşmasına ve tanınmasına öncülük eden Jazz dergisinin editörü ve festivallerle yerleşmeye başlayan jazz kültürünü İstanbul Kuledibi’nde 2002 Kasım’ında açılan Nardis Jazz Club ile besleyen Zuhal Focan ile söyleştik.Jazza geldikçe darmadağılan sorularımıza Zuhal Hanım’dan gelen derli toplu yanıtlara buyrun:

Eray Aytimur:Jazz Dergisi’yle başlayalım, Jazz Dergisi bu sene 10.yılını geride bıraktı. Türkiye’deki jazz dinleyici kitlesinin hele ki o yıllardaki küçüklüğü göz önünde bulundurulunca bir jazz dergisi çıkartmak için motivasyonunuz ne olmuştu?

Zuhal Focan:1991 yılında kurulan Caz Derneği’nin sekreterliğini yaparken bana verilen araştırma konusu idi, bir yayın organına sahip olmak. Fakat o dönem dernekte yapılan toplantıda (ki aralarında Görgün Taner, Ahmet Uluğ, Mehmet Uluğ, Cengiz Işılay, Neşet Ruacan, Saadettin Davran, Merih Akoğul ve Selim Selçuk’un da bulunduğu) böyle bir dergiye sahip olmanın çok külfetli ve maliyetli olduğu sonucu alınarak çıkarmaktan vazgeçildi. Gel zaman git zaman bu benim içime dert oldu. Çalmadığım kapı, gitmediğim medya kuruluşu kalmadı. Bir tek BOYUT YAYIN GRUBU, o zamanlar büyük söz sahibi olan (şimdi kendi yayınevine sahip) Uğur Büke konu ile çok ilgilendi. 1995’in Eylül ayında dergi yayına hazırdı. Fakat dağıtım için 1996’nın Ocak ayı beklendi, ve 10 yıllık, benim bile hala inanamadığım süreç başlamış oldu.

Kaç kişilik ve nasıl bir ekiple nasıl bir yöntemle yola koyuldunuz Jazz Dergisi için? Yayın periyodunu, formatını, içeriğini neye göre belirlediniz o günlerde?

O zamanlar çok küçük bir ekiple, tabii dernekte çalışanlar (dernek müzisyen çoğunluklu idi); 12 yazar ile; Merih Akoğul, Halan Atala, Selim Benba, Taylan Cemgil, Deniz Dündar, Önder Focan, Engin Işık, Sarp Keskiner, Sibel Köse, Nilüfer Ruacan, Ece Temelkuran, Rene Macaroğlu ve Hülya Tunçağ’ın yazılarıyla ortaya çıkmıştı.

Derginin periyodu ve hatta fiyatı konusunda da uzun çalışmalar yapıldı. Aslında işin gerçeği festivallere fokuslandık. Zira Türkiye’de ne bir jazz sektörü ne prodüksiyon ne de doğru dürüst bir jazz kulübü vardı. Sadece ortalığı festivaller ayağa kaldırıyordu. Parliament Jazz Festivali, İstanbul Festivali, Bilsak Jazz Festivali, Akbank Jazz festivallerine gelen müzisyenler onlarla röportajlar, çalışmaları düşündüğümüz format için yeter de artardı bile. Ama Babylon, Roxy uluslararası yabancı müzisyenler getirirken dernekten gelme bizler için çok önemli olan Türk müzisyenleri hep kenarda kaldı. Dergi ile birlikte prodüksiyon da başladı. 1995 ilk yerli CD’nin de piyasaya çıkma tarihidir. Üretim demek bizim için dergiye yazı konusudur tabii. Bu sayıda özellikle şu anda üzerinde çalışıyorum, yerli prodüksiyonların listesini vereceğim, bizim belki de dergi olarak bu kadar uzun ömürlü olabilme nedenimiz müzisyenlerin yaptıklarını kayıt etmeleri de olabilir.

Bugün dünya standardlarında bir yayın Jazz Dergisi ve Türkiye’de jazz’ın tanınıp sevilmesinde büyük emeği var. Peki, sizin bir yayın modeliniz var mıydı bu işe koyulurken?

Evet, vardı tabii. Biz hala Down Beat, Jazz Times ve Jazziz’e aboneyiz. Geçenlerde de Jazz Improv diye çok güzel bir dergiye daha abone olduk. Dünyada çıkan bütün jazz yayınlarını takip ediyorum, dilini anlamasam bile, şekline şemaline, içeriğine bakıyorum. Yunanca bile jazz dergisi var bende. Modelim aslında ilk tanıdığım dergi olan Down Beat olmuştu. Ama periyot nedeniyle çok da istediğim bir formata daha ulaşamadık. Sınırlı sayfalara diyecekleri çok şeyler olan müzisyenleri yazmak çok kolay olmuyor. Çok çalamadıklarından mıdır nedir, diyecekleri çok oluyor.

Şu an geldiği noktada eksik bulduğunuz veya dünyadaki muadilleri arasında öne çıktığınızı düşündüğünüz noktalar var mı?

Var, var, mesela Down Beat özellikle bunu yapıyor, reklam nedeniyle olmalı, yazıyı kesip kalanını arkaya bir yerlere sıkıştırıyorlar (ki bunu hepsi yapıyor), bizim dergiye bakan özellikle yabancı müzisyenler “çok derli toplu
? diyorlar. Ayrıca yazı yazan arkadaşlarım kattiyen yazılarına müdahale etmediğim için, yazılarını kesmediğim için mutlular. Ama bu da beni çok zorluyor (punto küçültünce okumak zorlanıyor). Ama keşke daha iyi fotoğraf kullanabilsem diyorum.

Ocak 96′daki ilk Jazz’ın ilk içerik malzemesi ne olmuştu hatırlayabiliyor musunuz? Ve ne hissetmiştiniz ilk sayıyı okurun elinde ilk gördüğünüzde?

Yukarıda da dediğim gibi ilk sayı biraz 0 sayısı gibiydi, 95’in eylül ayında bittiğinden piyasaya biraz eskiyerek çıkmıştı. Ama o bekleme süresini hiç unutmuyorum. Tam 10 yıl önce tam da bu zamanlar, o zamanlar Harbiye’de olan Boyut’da ocak ayının ilk haftası çıkacak olan JAZZ’ın rüyalarını görüyordum. Rüya’dan çok kabus denebilir, zira o zamanlar rüyamda elime JAZZ’ı verdiklerinde kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu çünkü saman kağıdına basılmış bir şeydi elime verdikleri, ağlayarak uyanıyordum. Saçlarım filan dökülmüştü. Öbek öbek… Sonra 1995′in bütün eylül, ekim ve kasımını neredeyse dergi için yaşamıştım. Aralık ayının 21 perşembe günüydü, beni Harbiye’ye çağırdılar, “gel dergin geldi” diye. Gittiğimde o üstünde Chick Corea olan sayıyı elime verdiler, sadece 56 sayfa, 3 formacık… Ağlamaya başladım, Önder’i aradım ve sadece “çok güzel” diyebilmiştim.

Derginin makul biçimde artan bir okuyucu kitlesi var çekirdek kitlesi bir yana. Bunu özellikle İstanbul’daki jazz festivallerinin daha geniş bir kesime ulaşabilen programlarıyla bağdaştırabilir miyiz? İnsanlar jazz deyince daha az önyargılı sanki?

Tabii bu dediğiniz festivallere gidenler, gidebilenler için geçerli. Ama gidemeyen o kadar çok ki. Bir de sadece İstanbul diye bakıyorsunuz olaya. İstanbul dışından inanılmaz bir okur kitlemiz var. Onlar da festivale ulaşamadıklarından şikayetçi. İstanbul’daki festival dinleyici kitlesi çok değişik. Onlar çok eğlenip sosyalleşiyorlar orada, hatta çoğunun elinde bir şekilde “davetiye
? oluyor, bilet değil yani. Onların jazz dergisinden de haberleri olduğu bile şüpheli. Gerçek dergi okuru müzik eğitimli, her yaştan olabiliyor, CD alabiliyor, alamasa da takip ediyor. Festivaldeki konserlere “seçerek? gidiyor.

Jazz sadece Türkiye’deki değil dünyadaki jazz etkinliklerine okuyucuya yabancılık çektirmeden yer veren bir dergi. Yurtdışındaki yazar ağınızı ne şekilde örgütlüyorsunuz (derginin belli başlı yazarlar dışında katkıda bulunmak isteyenlere kapısının açık olduğunu biliyoruz).

Doğru gözlemlemişsiniz. İlk dışarıdan yazıyı Füsun Levent (Kuşadası Jazz Festivali organizatörüdür)’den istemiştim. Fransa’da yaşıyor ve hala yazıyor. Lise’den sınıf arkadaşım Şebnem Şenyener ise New York’dan yazıyordu. Ardından Belçika’da çalışan müzisyen arkadaşımız Metin Paksoy yazdı diğerleri de bir şekilde bana ulaştı. İsteyen herkes de yazabiliyor tabii. Yabancı yazarlar da peşime düştü ama telifleri oldukça yüksek geliyor şimdilik.

Dergiye reklâm almakla ilgili sıkıntılar yaşıyor musunuz?

1996–2000 yılı arasında dergi reklam ciromuz çok yüksekti. 2000 yılındaki kriz ile birlikte zor bir dönem geçirdik. Ama her zaman söylüyorum BOYUT Yayıncılık inanılmaz bir destek verdi. Bu günlere gelinmesinde en büyük pay onlarındır. Son zamanlarda reklam konusunda biraz daha rahatladık.

Şu “Jazz” ve “Caz” meselesine gelelim. Sizce nasıl yazılmalıdır, dergi içinde geçen “jazz
?lar için reaksiyon aldınız mı hiç?

Dergi yayına hazırlanırken ilk önce adı ile ilgili çok uzun bir kararsızlık yaşadık. Caz Dergisi ve Jazz Dergisi arasında. Bu konu hala bugün bile polemik yapılmaya çalışılıyor. Jazz Türkiye’de icat edilmiş bir müzik olmadığından ve özellikle de yazarken estetik bir kaygı olduğundan yola çıkarak JAZZ’a karar verdik. Şöyle ki rock, blues, reggae, rock’n roll, fusion yazarken hangi yazı dili ve şekli kullanılıyorsa aralarında bir tek “jazz? neden “caz? diye yazılsın dedik. Yani tepeye derginin ne olduğu yazılırken “caz ve blues dergisi? mi yazsa idik? Dünyada pek çok ülkede insanlar jazz’a “yatsz? veya “jas? diyorlar ama heryerde “jazz? diye yazıyorlar. Aynı konu bizim içinde geçerli, caz diyebiliriz, hatta yazabiliriz de ama eğer konuya estetik açıdan da yaklaşılırsa jazz olmalı diye düşünüyorum.

Biraz da Nardis’e gelelim. Nardis’i kurmaya hangi vesileyle hazır hissettiniz kendinizi?

Nardis için düşünsel olarak hep hazırdım aslında ama bir konu varki anlatmak gerekirse; bizi çok kızdıran ve yeter artık dedirten. O dönem dansözler “jazz club” adı altında bir yerlerde göbek atıyorlardı. Jazz’ın adının saygın olması için herkes çok mücadele verdi, çok bilinmeyen, zor anlaşılan, üstelik de sözleri bile olmayan enstrümantal müziği özellikle Anadolu’da üniversite şehirlerine ilk götüren eşim Önder Focan’dır. Onun her konserine gittim ve bu müziği hiç anlamayan ama saygı duyanları gördüm. Yanlış imajlı mekanların “jazz” adı altında sunduklarının toplumda uygunsuz imaj yaratacağını düşündük.

Ayrıca biliyorsunuz aslında, bizim müzisyenlerimizin çalabilecekleri yerler yok kadar az, hep öyle oldu. Yani bizdeki sistem bir yer bir grupla anlaşır, aylarca, yıllarca onlar çalar, çalan herkes tedirgin olur, yerimizi kaptıracağız diye, Bizans entrikaları çevrilir (hala da öyledir). Bazıları ise hep yabancı müzisyenlere yer verir, ya da sadece iş yapanlar çalarlar. Bütün bunları gözönüne alarak, tüm isteyen, hak eden müzisyenlerin sırayla sahne alabileceği bir yer düşledik. Müzisyenlerin istediği ses ve sahne sistemi kurduk, Herşey burada müzik ve müzisyen için oldu. Onların mutluluğu ise dinleyiciye de yansıdı. Güzel müzik çıktı.

Nardis’in sadece bir bar ya da gece kulübü olarak algılanmasını asla istemedik. İstanbul’da “jazz” adı altında pek çok mekan bulunmasına karşın buraların daha çok “eller havaya türü eğlenme” amaçlı mekanları olduğunu düşündük. Bizim bakış açımıza göre eğlenmek iki amaca hizmet etmelidir. Zamanı öldürmek ve uzatmak. Bu durum ise nasıl eğlendiğinize göre değişir. O nedenle eğlenmenin de sonuçta entelektüel bir yanı olmalıdır. İşte bu yanın anlamına hizmet veren bir yer yapamaz mıyız dedik. Sanıyorum başardık da…

Bill Evans’ın ve triosunun özelliği nedir sizin için? Explorations, Keşif ve hayal gücü?

Bill Evans Trio jazz’a demokrasiyi getirmiştir. Bir yanda solist, diğer yanda ritim seksiyonu devri Bill Evans Trio ile bitmiş, “3 boyutlu
? devir başamıştır. Gerçek emprovizasyon onunla ortaya çıkmıştır. Trio 64 kayıtları ise en doyumsuz keyifli olanıdır benim için.

Aslında açıldıktan çok kısa bir süre sonra bürokratik engellere takılması Nardis’in akıntıya karşı kürek çekişinin ifadesi. O gün için ismi turizm ruhsatı olan sorun bilahare başka isimlerle karşınıza çıkar endişeniz oluyor mu kimi zaman?

Bizde çok fazla bürokratik engel çıktı denemez aslında sadece bir kez 2 hafta kadar kapatıldık, o da karakoldaki emniyet müdürünün değişikliği nedeniyle oldu. Ruhsatımız o dönem bakan olan Güldal Akşit’in Çin seyahatine denk geldi. İmzadan çıkamadı, aldığımız geçici evrakı da değişen müdür kabul etmedi. Bu çok fazla bir sorun sayılmaz. Ruhsat almadan yıllarca devam eden, edebilen kulüplerin daha büyük ve başka sorunları olmalı. Esas endişe devletin kültür sanat işi yapanlara da bar, pavyon işletenlerle aynı muameleyi yapması. Şu anda “jazz kulübü
? diye bir işletme konsepti olmadığından “içkili jazz lokantası? (ne demekse) adı altında çalışmak biraz komik oluyor, o kadar (bir de içki vergisi de, lokanta vergisi de, bar vergisi de, müzik vergisi de her ne varsa alıyorlar bizden).

Nardis’in her ay yenilenen programını seçerken kriterleriniz neler oluyor?

Türkiye’de yıllardır bilinen ve tanınan çok değerli müzisyenler var. Bunların sahne alması bizim özellikle çok dikkat ettiğimiz bir şey. Ama sadece eski müzisyenlere, tanınmışlar diye defalarca çaldırırsak hem müzikleri eskimekte hem de dinleyici bıkmaktadır. Jazz ve dinleyicisini “Kore Gazileri Derneği” boyutundan çıkarmak gerekmekte. Yani dinleyici ve müzisyen olarak hep aynı kişiler değil, yeni isimlerin de sisteme katılması gerekir. Aslında bu dönem bizim için çok şanslıydı. Bilgi Üniversitesi ve Yıldız Üniversitesi performans ve sahne sanatları bölümleri bize inanılmaz bir kaynak oluşturdular. Bu genç gruplar öncelikle kendi genç dinleyicilerini getirdiler. Ayrıca bu grupların içindeki bazı genç müzisyenler kendilerinden önceki kuşak müzisyenlerin de dikkatlerini çekerek onların gruplarına da girmeye başladılar. 22 yaşındaki Bilgi mezunu Ferit Odman, 3 sene öğrenciliği boyunca Nardis’te çaldı. Son İstanbul Jazz Festivalinde de 80 yaşındaki Maffy Falay’ın yanında yer aldı. Dolayısıyla müzisyen ve grup seçiminde nitelikli gruplar, ve genç yaşlı gözetmeksizin yeni projelere yer veriyoruz. Bizde çalmak isteyen müzisyenler artık aradıklarında “şu gün çalalım mı” demiyorlar, “şöyle şöyle projemiz var, yapacaklarımız bunlar” diyerek o günki sahnelerini anlatıyorlar. Bu da çalışmayı, gelişmeyi, yeni müziklerin ortaya çıkmasını, eski müzisyenlerin de kendilerini yenilemesini sağlıyor. Tek bir projeyi sadece Nardis’te çalmak için günlerce prova yapan gruplar oluştu. İşte tüm bunlar bizi çok heyecanlandırıyor ve yaptığımız işin zorluklarını, özel yaşamımızdan verdiğimiz ödünleri unutturuyor ve mutlu kılıyor.

Özellikle bu sene Genç Vokalist yarışması galiplerinin yurtdışında da tekrarlayan başarısı Nardis’in yurtdışındaki diğer jazz kulüpleriyle olan bağlantılarını tazeledi mi?

Öncelikle belirtmek gerekir ki bu yıl için de yarışma daveti aldık. Üstelik bu yıl Finlandiya, Estonya, Latviya, Letonya ve Türkiye’ye ilaveten, İsveç, Norveç ve Danimarka da yarışmacı olacak. Düşünsenize tüm Baltık ve kuzey ülkeleri arasında Avrupa Birliğine girsin mi girmesin mi diye düşünülen bir ülke, Türkiye. İlk kez katılıyor ve birinci oluyor. Evrim 2006 yarışmasının finalinde bir de kapanış konseri verecek (adet öyleymiş). Sorunun diğer kısmında ise bu sene Nardis’te Aralık ayında sahne alacak olan Letonyalı tromboncu ve vokalist Intars Busulis’in, Ekim 21, 22’sinde çalacak olan saksofoncu Estonyalı Raivo Taffenau’nun olması bu bağlantıların ne seviyede olduğunun göstergesidir.

Jazz kulüpte dinlenir peki bir jazz kulübünü ismi yine kulup olarak geçen mekanlardan ayıran özellikler nedir?

Bu sorunun cevabını yukarıda bir yerlerde yazdım sanıyorum. Kulüp ile bar arasında kesin farklılıklar var. Bar içki içip konuşabileceğiniz bir yer, ama kulüp ise belli ortak amaçları olan insanların buluştukları bir noktadır. Eğer mekanın adı “jazz kulüp” ise jazz’dan hoşlanan, jazz dinlemek isteyenlerin toplanıp buluştukları bir yerdir anlamı çıkması gerek. “Jazz Club” tüm dünyada gerçek anlamda, müziği çalan ile dinleyen arasında oluşan havaya bağlı olarak müziğin şekillendiği, değişebildiği mekanlardır. Aslında bizler gibi “fani” olan müzisyenler çevrelerindeki herşeyden etkilenir, ilham alırlar. Onları “ölümsüz” kılan şey ise müzikleridir. Kulüplerde çalınan müzikleri isterseniz dinleyici olarak “uçurabilir” (alkışlarınızla, bakışlarınızla ölümsüz kılabilir) ya da (müzik sırasında car car yüksek sesle konuşarak, dinlemeyerek) mahvedebilirsiniz.

Nardis genç yeteneklere cömertce ayırdığı sahnesiyle aynı zamanda hem okul hem de geçit. Türkiye’deki jazz eğitmini nasıl buluyorsunuz siz? Ve Bilgi Üniversitesi müzik bölümünün içerik ve yapısal değişmi Türkiye’deki genç jazz’cıların gelişimini nasıl etkileyecek dersiniz?

Nardis’in ve Türkiye’nin en büyük kazancı olan Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü Jazz Performans bölümünün olması idi. Bu bölümden yetişen çok yetenekli ve başarılı genç var. Özellikle Ricky Ford, Donovan Mixon, Nükhet Ruacan, Neşet Ruacan, Can Kozlu, Ali Perret bu bölüme çok emek verdiler ve gerçekten de çok önemli bir iş yaptılar. Bilgi Üniversitesinin yönetiminin çok masraflı bularak bu bölümü kapatması kendisi için de kayıp diye düşünüyoruz. Zira bu bölümde okuyan çocuklar, Nardis’te ve uluslararası organizasyonlarda yer alarak “okulun vitrini
? oldular. Çok fazla geçmişi olmayan özel bir okul bundan daha başka ne isteyebilir. Mezun ettiği hukukçudan, işletmeciden daha çok ortada görünen müzisyen çocuklar Bilgi Üniversitesini çok başarılı temsil ediyordu. Bu onların kaybı. En büyük kayıp ise jazz eğitimi almak isteyen gençler tabii. Bir şekilde açık kapanır diye düşünüyorum. Bir başka üniversite inşallah ilgilenecek ve “performans? bölümünü bünyesinde açacaktır. Yeterki arz olsun, talep de oluşur. Zaten halen devam etmekte olan Yıldız Üniversitesinin sahe Sanatları bölümü var ve öğrencileri profesyonel sahnelerde yer alabilecek niteliklerdeler zaman zaman kendi projeleri ve başka gruplarla da Nardis’te sahne alıyorlar.

Türkiye’de pek ala alaylı ve çok usta jazz’cılarımız olmakla birlikte Berklee College of Music havası soluyan müzisyenlerin sayısında da dikkate değer bir artış var. Ki son yıllarda Berklee’de de nitelik kaybı görüldüğüne dair bir bilgi var. Aslında hissetmek, istemek, emek vermek gibi herşey için geçerli olabilecek koşullar dışında bir jazz müzisyeni nelerin öncelikli olduğu bir eğitimden geçmeli ve Berklee’de bile bugün ıskalanan ne?

Aslında ne müzik eğitimcisiyim ne de müzisyen ama konunun içinden birisi ve sadece editör olarak kendi fikrimi söylemem gerekirse “müzik öğretilmez, yol gösterilir” diye biliyorum. Bu anlamdaki en önemli şey “yol göstericiye” ihtiyaç duyulmasıdır. Bu konu için buradan yorum yapmanın haddim olmadığını düşünüyorum ve “müzisyenler sahneye diplomalarını asarak çalmazlar” diyorum.

Nardis’te bugüne kadar birbirinden güzel pek çok performansa yer verdiniz ama o sahnede “keşke olsaydı
? dediğiniz kimler var?

Çok keşkem var. Ama önce olacak gibi olup da olamayanlar var, mesela Benny Golson geleceğim dedi, sonra vaz geçti, “Yehova Şahidi? imiş. Türkiye’yi inancına uygun bulmadı. Mike Stern (gelebilir, uğraşıyoruz), Ama Nardis’te Scott Hamilton’ı çok isterim. Ben aslında bu soruya cevap ararken farkettim ki aslında hep olabilecekleri istiyorum. Keşkelerim hep Nardis’te olabilecek isimler, gerçekleştirebileceklerimizi istediğimi anladım. Sorunun cevabını hep birlikte gelecekte de alabiliriz yani…

2 Eylül’de açılan yeni sezona ilişkin sürprizler var mı?
Yeni sezonda belli olan çok keyifli isimler var. Axess To Jazz için 22, 23, 24 Eylül’de saksofoncu Ray Blue geliyor. Ekim 21, 22’de saksofoncu Raivo Taffenau, 11, 12 Kasım’da Gustav Lundgren Quartet, Ocak 19, 20, 21’de şarkıcı ABD’li Gyle Waddy, Şubat 23, 24, 25’de trompetçi ABD’li Jim Rotondi geliyor. Emirates sponsorluğunda ise harika şarkıcılar var. Kasım 17, 18, 19’da ABD’li Judy Wexler, 23, 24, 25 Mart’da Hollandalı şarkıcı Leah Kline, Aralık 8, 9, 10 Letonyalı tromboncu ve şarkıcı Intars Busulis, 11, 12, 13 Mayıs’da da ABD’li şarkıcı Veronica Nunn var.

Jazz’ı tanımak, öğrenmek isteyen dinleyicilere okurlara bir mesajınız var mıdır?

Jazz gerçekten bir kültür ve yaşam şekli. Öğrenmeye, yeniliklere ve sürprizlere açık olmak, saygılı olmak, karşındakini dinlemek, jazz’ın içinde ve ruhunda olan bu detayları bir kenara bırakın düzgün insan olmanın da ilk koşullarıdır bunlar diye düşünüyorum. İçinde bu unsurları barındıran bir müzikten ve bunları dinleyen, seven bir insandan daha güzel ne olabilir ki?

***********

Nardis’in sezon açılışından kısa bir süre sonra, Jazz’ın yeni sayısının yayımlanmasından kısa bir süre önce yakaladığımız Zuhal Focan başta olmak üzere tüm ekip arkadaşlarına “hangi gün nerede jazz var” sorusunu önce sormamızı yıllar içinde de sormamamızı sağladığı için çok teşekkür ediyor, jazzınız daim olsun diyoruz.



Yazıyı Tavsiye Et

Yorumlar


Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.

Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.