ISSN: 1301 - 3971
Yıl: 18      Sayı: 1933
Şu an 8 müzisyen gazete okuyor
Müzik ON OFF

Günün Mesajları


♪ Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anarken, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını en coşkun ifadelerle kutluyoruz.
Mavi Nota - 28.10.2023


♪ Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Bölümlerinin Eğitim Programları Sorunları
Gülşah Sargın Kaptaş - 28.10.2023


♪ GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE!
Mavi Nota - 07.02.2023


♪ 30 yıl sonra karşılaşmak çok güzel Kurtuluş, teveccüh etmişsin çok teşekkür ederim. Nerelerdesin? Bilgi verirsen sevinirim, selamlar, sevgiler.
M.Semih Baylan - 08.01.2023


♪ Değerli Müfit hocama en içten sevgi saygılarımı iletin lütfen .Üniversite yıllarımda özel radyo yayıncılığı yaptım.1994 yılında derginin bu daldaki ödülüne layık görülmüştüm evde yıllar sonra plaketi buldum hadi bir internetten arayayım dediğimde ikinci büyük şoku yaşadım 1994 de verdiği ödülü değerli hocam arşivinde fotoğraf larımız ile yayınlamaya devam ediyor.ne büyük bir emek emeği geçen herkese en derin saygılarımı sunarım.Ne olur hocamın ellerinden benim için öpün.
Kurtuluş Çelebi - 07.01.2023


♪ 18. yılımız kutlu olsun
Mavi Nota - 23.11.2022


♪ Biliyorum Cüneyt bey, yazımda da böyle bir şey demedim zaten.
editör - 20.11.2022


♪ sayın müfit bey bilgilerinizi kontrol edi 6440 sayılı cso kurulrş kanununda 4 b diye bir tanım yoktur
CÜNEYT BALKIZ - 14.11.2022


♪ Sayın Cüneyt Balkız, yazımda öncelikle bütün 4B’li sanatçıların kadroya alınmaları hususunu önemle belirtirken, bundan sonra orkestraları 6940 sayılı CSO kanunu kapsamında, DOB ve DT’de kendi kuruluş yasasına, diğer toplulukların da kendi yönetmeliklerine göre alımların gerçekleştirilmesi konusuna da önemle dikkat çektim!
editör - 13.11.2022


♪ 4bliler kadro bekliyor başlıklı yazınızda sanki 4 bliler devre dışı bırakılmış gibi izlenim doğuyor obür kamu kurulrşlarında olduğu gibi kayıtsız şartsız kadroya geçecekler yıllardır sanat kurumlarımızı sırtlayan bu sanatçılarımıza sınav istemek yapılacak en büyük kötülüktür bilginize
CÜNEYT BALKIZ - 12.11.2022


Tüm Mesajlar

Anket


DOB, DT ve GSGM'de 4B kadrosunda çalışanların 4A kadrosuna alınmaları için;

Sonuçları Gör

Geçmişteki Anketler

Tavsiye Et




Tavsiye etmek için sisteme girmeniz gerekmektedir.

Destekleyenlerimiz






 

Yazılar


Beni, Türk Müziğinin Yüksek Kalitesi cezbetti.Sayı: - 12.03.2007


Walter Feldman, hem Osmanlı dönemi Türk ve Musevi müzikleri, hem de Osmanlı edebiyatı ile ilgilenen bir araştırmacı."Music of the Onarnan Court /Makam, Compasition and the Early Onarnan Instrumental Repertoire (Osmanlı Saray Müziği / Makam, Beste ve Erken Dönem Osmanlı Saz Repertuarı)" adlı kitabı 1996 yılında Berlin' de yayınlandı. Bu kitap Yapı Kredi Yayınları tarafından tercüme ediliyor ve yakın bir tarihte Türkçe olarak yayınlanacak.

Feldman, New Groves Müzik ve Müzisyenler Sözlüğü'nde "Osmanlı Müziği" ve "Klezmer Müziği" maddelerini yazdı. Kantemiroğlu'nun "Ki tab-ı İ1mi'I-Musiki" adlı eserini tercüme etmesinde "National Endowment for Humanities" Vakfı tarafından desteklendi. Müzikolojik makaleleri genellikle Osmanlı tasavvuf müziği, taksimin gelişimi ve Osmanlı repertuarının Türkiye Cumhuriyeti'ndeki yeri gibi alanları konu almakta. Edebi makalelerinin konuları ise 170 yüzyılOsmanlı şairleri, Ali Şir Nevai ve Alımed 8 Hamdi Tanpınar. Son yıllarda"Taklit ve Yorum: 17. YüzyılOsmanlı Şiirinde Hint Stilinin Önemi" kitabını yazdı. Walter Feldman uzun yıllar Philadelphia'da Pensilvania Üniversitesi'nin Asya ve Yakın Doğu Araştırmaları Bölümü'nde Türki Dil Programı Koordinatörü olarak görev aldı. Osmanlı müziği dalında ABD, Avrupa ve Türkiye'de sık sık seminerler düzenliyor.

- Türk müziğine, bir Türk araştırmacıdan daha fazla katkıda bulunduğunuz s@lenebilir. Sizi, Türk müziğini araştırmaya yönelten sebepler nedir?

En önemli sebep, Türk müziğinin kalitesidir. Çocukluğumdan beri Ortadoğu müzikleri ile ilişkilerim vardı. Babam Basarabya'da, yani şimdiki Moldava'da doğmuş, büyümüş. 19. asrın sonlarında Basarabya'da Türk-Tatar etkisi daha fazlaymış. Bizim mahalle tam bir Yahudi mahallesiymiş ama Türkçe çok konuşulurmuş, özellikle sinagoglarda. Bu coğrafyadaki Yahudilerin, Ermenilerin, Rumların, Arnavutların ortak dili Türkçe. Türkçe öğrenirsem, bütün bu milletlere mensup insanlarla rahatlıkla konuşabileceğimi düşündüm.

- Biz de Türkler olarak bunları yapabilmek için İngilizce öğrenmeye çalışıyoruz. "Sahip olunan şeyin kıymetini bilmemek" diye herhalde buna denir. Öyle bir durum var ne yazık ki.

- Türkiye 'de yaşadığı halde Türk müziğinin kalitesini fark edemeyenler var.

Maalesef doğru. Türkiye'ye ilk kez 1969 yılında geldim. O zamanlar Türk müziği daha sağlam ve sağlıklı idi. Radyoda çalan müzisyenler, çok kaliteli müzisyenlerdi. Demek oluyor ki, altmışlı yıllarda Osmanlı müzik geleneği ile bağlar henüz kopmarnıştı. Çok iyi sazendeler, hanendeler, hafızlar vardı.

- Batı müziğinin aksine yazılmamış, kaydedilmemiş olduğu söylenen Türk müziği, sadece meşk usulüyle bu yıllara kadar gelmeyi nasıl başarmış?

Bu benim için de bir muamma. Türk müziğinde meşk ön planda olduğu halde, notanın olmadığını da söyleyemeyiz. Muhtelif notalar vardı ama nota nihayetinde eserin kayıt altına alındığı bir yazı biçimidir. İcrada esas olan ise icracının sınırlarıdır. Ayrıca, hoca-öğrenci ilişkisi Batı müziği geleneğinde de var olan bir müzik eğitim yöntemiydi.

- Osmanlı müziğinin başlangıcını 17. yüzyılın başı ile sınırlamak ne kadar doğru?

Osmanlı'da, müzik geleneği Hz. Adem'den beri yerini bulsun diye düşündüler. Bu, çok makul bir şey. Onlara göre Hz. Adem'den Pythagoras'a, Platon'a, Aristo'ya, İslam dünyasında İhvan-ı Safa'ya, el-Farabi'ye, Safiyüddin el-Urmevi'ye, Abdülkadir Meragi'ye kadar bir silsile vardı. Meragi'den ltri'ye kadar ise kopukluk yaşanıyor. Felsefe olarak bu gelenek makul ama Osmanlı medeniyetini tarif etmek istersek yeterli olmaz. Hâlbuki eski Yunan edebiyatı, Ortaçağ Arap edebiyatı Osmanlı edebiyatı değil, hatta Ortaçağ Fars edebiyatı bile Osmanlı edebiyatı değil. Böyle olunca da, bir bütünlük içinde değerlendirmemiz mümkün olmaz. Eğer Kantemiroğlu'nu veya Charles Fanton'u okursak, Osmanlı müziği hakkında biraz kanaat sahibi olabiliriz.

- Söylediğiniz gibi, Meragi'den ltri'ye kadar tesbit edilememiş bir tarih var. Tespit edilememiş olması, olmadığı anlamına gelir mi) O kopukluktan sonra birdenbire ltri gibi bir dahi yetişiyor. Bir dahi, bir geleneğin, birikimin sonucu olarak ortaya çıkar.

Edebiyata bakarsak her Osmanlı şairi, Baki değildir. Orta seviyede şairler var. Ama klasik Türk müziğinde orta seviyedeki bestecilerin eserleri unutulmuş ve geriye yıldızlar kalmış. Bazen de bir yıldız, başka bir yıldızın yerine geçebiliyor. Mesela Kanuni zamanında Abdul Ali isimli bir besteci vardı. Mecmualarda ismi Hoca İhsani olarak geçiyor. Hakkında hiçbir malumat yok. Abdülkadir Meragi'ye ait olduğunu zannettiğimiz birçok eser Abdul Ali'nin. Ama zamanla unutulmuş, besteleri Abdülkadir Meragi'ye atfedilmiş.

- Bu boşluğun sebebi ne olabilir? Öbür yandan, Mevlevilikte müziğin bir şekilde var olduğu da biliniyor. Yani müzik hayatını devam ettirebileceği bir zemin bulabilmiş. İslam tarihinde her yüksek devirde müzik çok ciddiye alınmıştır ve yazılan her eserin sahibi hemen hemen bellidir. Farabi, Farabi'dir ve ismini eserine yazmıştır.

Ortaçağın çöküş döneminde, İslam medeniyetinde de Ortaçağ'da gelişmiş ilimler çökmeye başladı ve tekrarcılık baş gösterdi. Entellektüel bir duraklama yaşandı.

- Ve bu entellektüel duraklama, müziği de etkiledi.

Müzik hakkında konuşmak kolay değiL. Müzik için kaydedip kaydetmemek de o kadar önemli değil. 17. yüzyıldan itibaren Mevlevilik Konya'dan İstanbul'a taşındı ve yerleşti. Bu, IV. Murad'ın döneminde gerçekleşti ve Rasuhi, İsmail Ankaravi buraya geldi. Osmanlı kültüründe eskiye oranla bir canlanma başladı. Bu gelişme müziği de etkiledi.

- Nasıl bir fayda sağlandı?

15. asırda Osmanlı müzik nazariyesi çok canlıydı. Mesela Abdülkadir Meragi Rum çalgı ları nı çok zikrediyor. Bunlar kitaplara yazılmış, padişahlara verilmiş. Mevlevilerde de Adil Çelebi'den itibaren bir ayin geleneği vardı Konya'da. Anadolu'da mühim bir yöresel merkez vardı. Fakat bu, İstanbul değildi henüz. Bursa'da vardı, Mardin'de vardı. Fakat Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman zamanlarında bu durdu. O dönemlerde bir uluslararası İslam klasik müziği ortaya çıktı. Asıl müzisyenlerin çoğu Enderun'dan yetişti. Sarayda İran'dan getirilmiş müzisyenler vardı. Yöresel bestecilik yoktu veya çok azdı. Mecmualara bakarsak, her şeyin Farsça olduğunu görürüz. Bestekârların çoğu İran veya Orta Asya kökenli idi. Tanburu, müzik topluluğundan çıkardılar. Fakat çeng, İran tarzı ney, ud, kopuz, şahrud vardı. Bunlar Türk sazları olabilir ama uluslararası sazlardı. Sonraki yazılı kaynaklarda bu dönemin adeta zikredilmediğini görüyoruz. Hâlbuki Abdul Ali gibi müzisyenler vardı. O, Farsça'yı kullandı ve Nakış formuyla beste yaptı. 1. Ahmet' den, özellikle de IV. Murad'tan itibaren yöresel ve milli bir akım başladı. Türkçe güfteler daha çok bestelenmeye başlandı. Yöresel şekil, murabba gelişmeye başladı.

Osmanlı müziğine saray müziği diyemeyiz

- Sizin bir kitap çalışmanız "Osmanlı Saray Müziği" başlığını taşıyor. Osmanlı müziği bir saray müziği midir gerçekten?

Ben biraz pişman oldum. Kitabımın adı "Makam, Composition and the Early Ottoman lnstrumental Repertoire " idi. Ancak kitabı basacak olan Almanlar "Geniş kapsamlı bir isim koyalım" dediler ve ismi "Music of the Ottoman Court" olarak tesbit edildi. Bu da Türkiye'de epey problemler çıkarıyor, öyle değil mi?

- Sadece Türkiye'de değil, kitabın ulaştığı Batı'da her yerde Osmanlı müziğinin Batı müziği gibi saray aristokrasisinin müziği olduğu düşünülüyor. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?

Batı'da müzik çok merkezileşmiş. 19. asrın başında orta sınıfın çıkışıyla birlikte, orta sınıf bu saray müziğini benimsemiş. İslam dünyasında toplumsal yapı farklı; orta sınıf, şehir kültürü eskiden beri çok kuvvetli. Osmanlı'da saray geleneği epey kuvvetli idi ama şehir meselesi de önemliydi. Bazı büyük şehirlerde makam müziği orta sınıf katında yayılmıştı.

- Bu yayılma ne zamandan itibaren başlıyor? 17. yüzyılın başından itibaren. Daha önceki dönemlerde orta sınıf müziği vardı ama aşık tarzı gibi tamamen halk müziği idi ve merkez kabul edilebilecek şehirlere de uzaktı. Bazı şehirler var ki, Osmanlı müziği için önemli idi. Mesela Diyarbakır. 18. asrın ortasına kadar bir gelenek vardı şehirde. Bağdat'la, Halep'le ilişkileri sok kuvvetli idi. Klasik müzik vardı burada. Özellikle Halep'te Osmanlı-Arap klasik müziği vardı.

- Buna tam olarak saray müziği diyemeyiz ki... Buna tam olarak saray müziğidir demek mümkün değil. Mesela büyük sinagoglarda; Edirne'de, Selanik'te, İstanbul’da, lzmir'de, 17. yüzyıldan itibaren yetişmiş büyük bestekârlar vardı.

- Osmanlı müzisyenlerinin yetiştiği dini mekanların, mesela mevlevihanelerin etkili olduğu söylenebilir mi?

Sözünü ettiğiniz şeyin 19. yüzyıla ait olduğu, Osmanlı'nın sağlam olduğu dönemlerde geçerli olmadığı söylenebilir. Mevlevilik özellikle 17. yüzyılda çok etkili idi. Ama başka tarikatlar da var. Bazı Müslüman bestekârların hiçbirinde dervişlik yok. Çömlekçi Recep derviş miydi? İlahi yazmadı, bilemiyoruz.

- Ama Dede Efendi derviş idi. Yenikapı Mevlevihanesi'nde yetişti, çile doldurdu ve "dede" oldu.

O zamanki hayatın bir unsuru idi tasavvuf ve tarikatlar. Ama bütün müzisyenlerin ve şairlerin dergâhlarla ilgisi olmayabilir. Cevri gibi bir şair mesela. Mevlevi olmadı, çile de doldurmadı. İsmail Ankaravi onun konuşmalarını dinledi ve ciddi bir insan olduğuna kanaat getirdi. Ama Cevri'nin şiirlerini okursak, tam da bir Mevlevi şair olmadığını görürüz. Bu Mevlevilik zihninin, ruhunun bir kısmı.

- Sonuçta Mesnevi bile ilahiyat kitabı değil,Mevlana'nın hayatın içinden geçerek yazdığı bir kitap. Ama Mevleviliğin temel kitabı. Osmanlı'da bir döneme kadar dini hayat ve dindışı hayat diye hayatı ikiye ayırmak mümkün değil. İslamiyet de böyle bir ikiliğe izin vermiyor. Tasavvuf, bu hayatın içinde gelişmiş bir renk. O dönemlerde "şu dini müzik, şu dindışı müzik" diye de ayırmak mümkün değil. Az önce sözünü ettiğimiz çömlekçi Recep de bu toplumun dışında biri değil. Nihayetinde kendine göre dini hayatı olması muhtemel bir insan. Osmanlı müziği için tümden dini i müzikti demek belki mümkün değil. Ama dini inancın, özellikle tasavvufun zenginleştirdiği ve çok güzelleştirdiği bir müzik olduğu söylenebilir.

Haksız değilsiniz. Ama şunu da unutmamak lazım ki, I5. Yüzyıldan itibaren çok farklı bir medeniyet başlıyor. Bu dönemden itibaren çok sayıda gayrimüslim bestecilerin yetiştiğini de görüyoruz. Bu özellik 15. Yüzyıldan önce yoktu,I5. Yüzyıldan sonra da azaldı.

- Nedir 18. yüzyılı böyle "özel" yapan şey? Hem edebiyatta, hem sanatta, hem müzikte çok kuvvetli bir dönem. Araştırması da kolay değil. Mesela müzikte. O dönem Rum müzisyenleri epey etkili olmaya başladılar. Sadece müzikte değil, diğer alanlarda da etkili olmaya başladılar. Rum bankerler, Rum müzisyenler, Rum tüccarlar, Rum valiler. Gerçi resmi olarak gayrimüslim idiler ve yönetime giremediler. Rum müzisyenlerin etkisi iki yönlü oldu, o dönemden itibaren hem Rum kilise müziği, hem Osmanlı müziği birbirini etkiledi.

- Bizans kilise müziğinin, Osmanlı müziğini etkilediği konusunda bazı düşünceler var. Osmanlı makam sisteminin, kilise modlarının değişiminden ibaret olduğu ya da etkilenerek oluştuğu söylenir. Hem benim, hem de Owen Right'ın araştırmaları, bu düşüncenin tamamen aksi istikamette. I5. Asra kadar Osmanlı müziğinde Bizans müziği veya kilise modları tesiri çok az. Evet, önemli amiller var, İran'dan ve Anadolu'dan. I5. Asırdan itibaren kuvvetli bir Rum kilise tesiri başlıyor. Ama İstanbul'un fethi ile birlikte böyle bir etkinin başladığından söz etmek mümkün değil.

- Diyelim ki etkisi var. Bundan korkmak ve çekinmek gerekir mi?

Tabii ki hayır. Ama doğruyu bilmek gerekir. Eğer Bizans etkisi varsa Osmanlılar bunu yerli Rumlardan değil, Araplardan, İranlılardan öğrendiler. Bu tesir, makam sistemi ile iç içe. Bizans kültürü, İstanbul'un fethinden önce uzun süre kaybolmuştu zaten.

- Edebiyat ile müzik arasındaki ilişki hakkında neler düşünüyorsunuz? Özellikle aruzu kastederek soruyorum.

Aruz, usulle iç içedir. Daha doğulu müzikler i de, mesela Buhara şaş makamında müzik usulü, vezinden çıkıyor gibi. Araplarda, mesela Şam klasik müziğinde, Osmanlı bestelerinde böyle bir şey yok. Büyük usulün bir mantığı var.

-20. yüzyılda özellikle cumhuriyet devrimleriyle i birlikte Osmanlı 'ya ait bazı kültürel değerler eski gücünü kaybetti veya tamamen sona erdirildi. Müzik de bundan etkilendi. Sizce bugün Osmanlı müzik geleneği devam ediyor mu?

- Geleneğin iki kolu var. Birisi icra, diğeri ise beste. Ben Türkiye'de bütün müzisyenlerden yıllardan beri ortak olarak ve sözbirliği etmişlercesine şunu duyuyorum: "Bu müzik en fazla on yıl sonra bitecek". Otuz yıl önce Karl Signell de aynı şeyi duymuş. On yıl önce de, yirmi yıl önce: de bunu dinledim, ama bu müzik bitmedi. O zamanlar Necdet Yaşar'dan sonra yeni bir tambur sanatçısı olmayacağını düşünüyordum bu sözle birlikte. Ama şimdi bakıyorum çok iyi tambur sanatçıları, çok iyi neyzenler, kemençe sanatçıları var. İcra tamam. Ama beste? Büyük formlar kullanmak, hem makam sistemini, hem besteleyiş sistemini anlamak; bu çok zayıf. Mesela Çinuçen Tanrıkorur, sonlardan biri. "Son" ifadesini de kullanmak istemiyorum.

- İcranın geliştiğine dikkat çektiniz, ki gerçektende çok iyi icracılar var. Fakat iyi bestekâr. Bestekâr, yaşadığı toplumu temsil eder. İyi ve dahi bestekârın yet~emesi, toplumun zevk-i seliminin kaybolduğunu göstermez mi?

Doğru. Bir de dil meselesi var. Türkçe artık eski Türkçe değil. Bir ağır semai besteleyeceksiniz diyelim, hangi güfteyle beste yapacaksınız? Bugünkü şiir, beste ve makam formuna aykırı geliyor.

- Türk müziğinin makam sistemi ve makam zenginliğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk musikisinde makamlar neyi fark ediyor sizce? Müzik, kendi dilini kullanıyor ve konuşuyor. Onu başka bir dile aktarmak çok zor. Bir mesaj bu. Batı müziğinde majör mutluluğu, minör ise hüznü ifade ediyor denir. Doğru değil. Çok minör parça var hüznü ifade etmeyebiliyor, ama çok majör parça var, hüznü ifade ediyor. Evet, Türk müziğinde saba makamı, hüzzam makamı hüznü ifade eden makamlardır. Uşşak makamı da öyle. Ama Zaharya'nın uşşak bestesine bakarsak, o kadar da hüznü ifade etmediğini görürüz.

Bestecinin o makamı nasıl kullandığı ve o makamla ne anlatmak istediği önemli.

Necdet Yaşar ve Çinuçen Tanrıkorur birer dahi

- Son dönem sanatçıları olarak özellikle Necdet Yaşar'ı ve rahmetli Çinuçen Tanrıkorur'u bu gelenek içinde nerede konumlandırabiliriz?

Necdet Yaşar, Tanburi Cemil'in oğlu Mesut Cemil' in talebesi. Mesut Cemil, son devrelerde babası gibi değil, daha çok geleneksel Türk tamburu üslubu ile icra ediyordu. Mesut Cemi ve Necdet Yaşar'ın icra tarzlan birbirine çok yakın. O bakımdan Necdet Yaşar büyük bir deha ama daha çok bu geleneği devam ettirmek isteyen bir icracı. Cinuçen Tannkorur ise, bambaşka bir insan. Türkiye'de klasik ud geleneği yoktur. Ud, Türk müziğinden 17. Asrın ilk yarısından itibaren çıkmış, 19. asrın son yılların da tekrar girmiş. Cinuçen Tannkorur'un icra tarzının, bir klasik üslup ortaya çıkarmayı hedeflediğini görebiliriz. Kaynakları da çok çeşitli; Yorgo Bacanos'tan, Şerif Muhittin Tarii- gan'dan, Udi Nevres'ten, Udi Hırant'tan etkilenmiş. Öte yandan, Tamburi Cemil ekolünden ve Mesut Cemil'den de etkilenmiş. Ud ile arasında müthiş bir tambur etkisi olduğu açık. Bu, geleneği devam ettirmek değil, yeni bir gelenek oluşturmak anlamına gelır. Cınuçen Tanrkorur, ud çalmanın ötesinde şeyler yaptı.

— Bestekârlığını nasıl buluyorsunuz? Hem icracı, hem de bestekâr sanatkârlar Türk müziği geleneğinde yok denecek kadar az.

O bakımdan ehemmiyeti iki kat fazla. Çünkü hem birinci sınıf icracı, üstelik nispeten yeni olan bir sazda, hem de bestekârlığı çok sağlam ve çok canlı. Üstelik bütün formlarda eser bestelemiş bir bestekâr.

- İki makam terkip ettiğini biliyorsunuz.

Evet, iki makam terkip etti ve bu çok önemli bir şey. Eski makamların kalıbında kalmayıp yeni şeyler icat etti. Bazen beste formunu da genişletti. Meyan kalıbına bağlı kalmayıp daha farklı şeyler yaptı. Bu da Türk müziğinin geleneği ve geleceği için çok önemlidir. O, mukaddes gibi kabul edilen bazı şekilleri aşmış bir bestekâr. Makamları geniş kullanım, Çinuçen'de öne çıkan ve ona has, bir özellik. O, yirminci asrın bir Osmanlı Türk bestekârıdır. Bu, muhafazakârlık değil, tam tersine yenilikçiliktir.

-Gelenek kadar, gelecek de çok önemli. Çinuçen Bey, gelenekle geleceği birbirine bağlayan bir bestekârdı.

O, bugünü ve Batı'yı inkâr eden bir kimse değildi. Hâlbuki Türkiye'de yaşadı, Türk kültürüne vakıftı. Ben, ona benzeyen bir kimseyi tanımadım Türkiye'de. Çok özel ve verimli bir insandı. Enerjisine hayran kaldım. Keşke bu kitabı daha erken bitirseydim ve bugün yaşayan canlı klasik Türk müziği geleneğine girseydim. Çinuçen'in bu kitaba çok büyük katkısı olurdu, beraber çok önemli şeyler yapabilirdik.




Yazıyı Tavsiye Et

Yorumlar


Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.

Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.