♪
Bir 24 Kasım günü çıktığımız yolda, uzun sayılabilecek bir yolculuğun ardından 20. yılımıza ulaştık. Sosyal Sorumluluk Projesi olarak üzerimize düşen sosyal sorumluluğu yerine getirerek, ilgi görerek, takdir toplayarak bugüne geldik.
Mavi Nota e-Müzik Gazetesi bugün 20. yaşını kutluyor.
editör - 24.11.2025
♪
Kültür bakanlığı sınavında. Ankara thm koro şefi kızını aldı. Urfa korusu şefi kayın biraderini aldı. İstanbul korosu şefi oğlu ve yeğenini aldı. ilginizi çekerse detay verebilirim
ttnet arena - 09.07.2024
♪
Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anarken, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını en coşkun ifadelerle kutluyoruz.
Mavi Nota - 28.10.2023
♪
Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Bölümlerinin Eğitim Programları Sorunları
Gülşah Sargın Kaptaş - 28.10.2023
♪
GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE!
Mavi Nota - 07.02.2023
♪
30 yıl sonra karşılaşmak çok güzel Kurtuluş, teveccüh etmişsin çok teşekkür ederim. Nerelerdesin? Bilgi verirsen sevinirim, selamlar, sevgiler.
M.Semih Baylan - 08.01.2023
♪
Değerli Müfit hocama en içten sevgi saygılarımı iletin lütfen .Üniversite yıllarımda özel radyo yayıncılığı yaptım.1994 yılında derginin bu daldaki ödülüne layık görülmüştüm evde yıllar sonra plaketi buldum hadi bir internetten arayayım dediğimde ikinci büyük şoku yaşadım 1994 de verdiği ödülü değerli hocam arşivinde fotoğraf larımız ile yayınlamaya devam ediyor.ne büyük bir emek emeği geçen herkese en derin saygılarımı sunarım.Ne olur hocamın ellerinden benim için öpün.
Kurtuluş Çelebi - 07.01.2023
♪
18. yılımız kutlu olsun
Mavi Nota - 24.11.2022
♪
Biliyorum Cüneyt bey, yazımda da böyle bir şey demedim zaten.
editör - 20.11.2022
♪
sayın müfit bey bilgilerinizi kontrol edi 6440 sayılı cso kurulrş kanununda 4 b diye bir tanım yoktur
CÜNEYT BALKIZ - 15.11.2022

Diana Krall için yazılmış bu makalemi okuduğunuz sıralarda; doğaüstü varlık, piyanist-şantör jazzcı, Popsicle Toes yorumu ile insanı yatağa düşüren sarışın kadın; ya İstanbul Volkswagen Arena’da sahnede olacak, ya da İstanbul’dan rüzgar gibi geçmiş çoktan Lyon, Frankfurt, Saale, Zabrze ve Prag konserlerine yol almış olacak!
Siyah sesli Kanadalı sarışın kadın piyano ile tanıştığında benim yaş gurubumun düz duvarla mücadeleye giriştiği masalsı zamanlardı. Siyah önlüklü beyaz yakalı okul günlerinde haytalık peşinde koştuğumuz sıralarda, Diana, Vancouver Caz Festivali jürisinin dikkatini çekmeyi başararak bunun karşılığında aldığı bursla Amerika Birleşik Devletleri’ne gidip Berklee College’da okuyordu.
Babaannesi, dedesi ve anneannesi için; ‘piyano çalarlardı ve çok çılgındılar’ diyen Diana’nın müzik yapım şirketleri tarafından piyasaya sürüldüğü yıllar; yoğun mesaimden dolayı başımı kaldırıp etrafıma bakamadığım yıllardı. 1990’ları henüz başıydı ve yaşadığım ülke Türkiye, bugün sonuçlarını acı bir şekilde yaşadığımız garip bir sürecin içine itiliyordu.
Değişen dünyada, Uluslararası Uzay İstasyonu insanlık adına büyük bir adım atmak için hazırlanırken, Diana Krall bütün haşmeti ile geldiğinin işaret fişeğini patlatıyordu. İşte bu yıllarda yayımladığı ilk albümü ‘Only Trust Your Heart’ ilgi görmeyince öyle hırslanmıştı ki, hemen iki albüm daha çıkardı ve ikinci albümü ‘All For You’, onu hak ettiği yere getirdi. Ardından gelen ‘Love Scenes’ ile hemen hemen tüm müzik ödüllerini topladı.
Diana öyle bir gelmişti ki, Kanadalı astronot Bob Thirsk 20 Haziran 1996’da uzay mekiği Colombia ile uzaya çıktığı vakit yanında bir Diana Krall albümü vardı.
Kadınları isimlerinden, mesleklerinden ve kimliklerinden arıtarak sadece uzun saçlı ve hoş kokulu ‘güzeller’ olarak değerlendirdiğim ergenlik yıllarını gelde bırakalı on yıllar olmasına rağmen, paketlenip hayatımıza sokulan bu ‘Autumn in New York’, yaşamımda çok farklı bir yer teşkil ediyordu.
Sesine aşık olunan kadınlar başlığı açılsa birinci sıraya yazılacak olan bu siyah sesli sarışın Kanadalının ’The Girl in the Other Room’ albümünün gönlümde yeri başkadır diyeceğim ama diğer albümleri beni rahat bırakmayacak, biliyorum!
Onun, efsane Russel Malone ile yaptığı çalışmalar ve bu sırada Malone’ye piyanoda kök söktürmesi ise apayrı bir güzellikti.
Diana; kahverengi ve kekremsi tat bırakan duruşuyla, siyah Kanadalı sesiyle, tanıdığımız bildiğimiz, Dual pikapta plâğını döndürdüğümüz tüm kadın şarkıcılardan apayrı bir yerdeydi. İki yana toplanmış saçlarıyla, okul teneffüslerinde cıvıl cıvıl eşofmanlarla okul bahçesinde dans eden kız modelinin yaratıcısı da değildi üstelik. Sanırım işin sırrı; her kafede, Diana’ya yaşamın her kesiminde rastlamayışımızdaydı. Diana popüler değildi. Popüler olmanın getirdiği kibir halkasının dışındaydı.
Ama o büyük ve muhteşem Amerikan Rüyasının kuşkusuz bir parçasıydı. Evet, popülerliği reddeden tarafından…
Buna rağmen Amerikan rüyasının olasılıklar/olanaklar topluluğu olduğuna inanan bir kişi olarak, onun dinleyicileri ve hayranları ile asla ve katta ‘Madonnacılık’ oynamadığını net bir şekilde düşünüyorum!
"Sahneye çıkmak benim için hem bir ayrıcalık hem de bir keyif. Sahneye çıktığımda her şeyimi verebilmek istiyorum. Dinlenmek ve iyileşmek için bu zamanı ayırmak bana bunu sağlayacak. Albümün çıkışına bu kadar yakınken ertelemek sinir bozucu ama bu albümle gurur duyuyorum ve nihayet bu müziği sizlere sunarak en iyi dileklerimi iletmek istiyorum. Anlayışınız için çok teşekkür ederim."
açıklamasını yapmak zorunda kalacaktı, o kahrolası zatürre vakası sırasında. Ağır geçirdiği hastalığın yaşattığı şiddetli semptomlar onu sahneden, piyanodan, cazdan ve dinleyicilerinden koparmış, sırtüstü yatağa yatırmıştı.
Müziğini icra etmek, dinleyicisi ile buluşmak için sarfettiği beyin gücü ve fiziki efora rağmen çalıştığı ekip, akbabalar gibi tepesine tünemişti. Ama o tüm iç çekişlerine rağmen, neyin nasıl işlediğini göre göre, hiç kimsenin tepesine tünemeyi aklından dahi geçirmemişti. Biliyordu ki; imajına uygun sözcükleri tek tek seçip ona göre konuşmalı ve davranmalıydı! Yoksa aksi bir beyanında dünyanın davasıyla üstüne çullanan beyan-maker’ların olduğu sürece ne arkadaşın kalır, ne hayranın kalır, ne de söyleyecek bir çift lafın. Coca Cola içerken görüntülendiği için Pepsi’nin şamarını yiyen Britney Spears misali, anında satılırsın!
Evet Diana, evet canım kadın, akıllısın biliyorum ama görmüyor musun, çok yalnızsın, bense seni ve müziğini seviyorum!
Sanırım zenginlerin, yıldızların sıkıntıları, geri kalanların acılarına nazaran daha dikkate değer noktalar, işe yarar açılımlar yakalama fırsatı veriyor bizlere. Yoksulun çektiği acıyı yoksulluğuyla izah ediyoruz. Sistemi devirmediğin sürece içeriğini kurcalamaya gerek yok. Ama bilgiye, sermayeye, güce sahip ülkelerin çağın teknolojisiyle beslediği medya denen canavarın bu gösterişli ürünleri, çoğunluğun aşina olmadığı sıradışı acılarla tanıştırıyorlar bizleri. Yeni dünyanın dibine dinamit lokumu koyup havaya uçurmanın yollarından biri de bu hayatları ciddiye almaktır belki de. Mesela, “falanca neden kendini uyuşturucuya bu kadar bağladı?” diye sormayı bırakıp gezegenin dört bir köşesinde göz alıcı hayatlar vadeden, yeni Elvisler, Monroelar üzerinde çalışan pazarlama kültürünün nasıl bir bataklık olduğu üzerine konuşmalıyız, öyle değil mi?
Aslen Jamaikalı olan, uluslararası ‘entertainment’ sektörünü elinde tutan İngiliz vatandaşı siyahi adamın ülkemize uydurduğu beşinci sınıf star yarışmalarını biliyorsunuzdur! Kafasında bardak parçalayan bir kendinden geçmişle, uyuşturucuyu kökleyip kanatlanan bir zavallı çıkarmıştır ortaya. Kafkas kestane şekeri tanıtımında görünmeleri ile ünlü olan başarısız mankenlerimiz bile gördükleri ilgi, üzerlerinde patlayan flaş sayısı ve katıldıkları program trafiği, insanın dayanma limitini aştığında kendilerini kaybediyorlar.
Ya tüm dünyaya servis edilen o büyük yıldızlar? Popülaritenin, varlığın, görkemin halesi kolay sindirilir bir şey mi?
Diana’nın çağdaşı Kurt Cobain’i beş yılda tükettiler, yok ettiler. Sadece beş yıl. Sonra o dünkü çocuk muhteşem Britney? İç çamaşırsız gidilip beyni sütlaca çevirene kadar içilen gece partileri, her arabaya binişte ve inişte fotoğraflanan rengi atmış bir yüz, evlenip boşanmalar, evde uyuşturucuya abanıp hastaneye kaldırılmalar, çocukları rehin almalar, kafayı kazıtmalar, tüm mimiklerini yitirmiş heykelimsi yüzüyle, Britney?
Charles Bukowski söyleşilerinin birinde, şöhreti bu kadar geç yakaladığı için memnun olduğunu söylemişti. Şöhrete 25 yaşında kavuşsaydım 35’imde havlu atacağım; 50 yaşından sonra gelen şöhretin, kendisi gibi kurnaz bir ihtiyar kurdu boğmayacağını, belirtmişti ya!
Siyah sesli sarışın kadın Diana şöhreti 30’unda yakaladı. Geç gelen şöhret halen avuçlarının içinde. 40’ında hayatına giren Elvis Castello ile müzikalitesi yüksek bir evliliği var. Bu öyle bir müzikalite ki, Elton John’un kanalında verdiği söyleşide Elton John’u bile hayretler içinde bıraktıran bir müzikalite!
Diana’nın tükenmemişliğini böylece anlattıktan sonra bir paragraf öncesine dönersek; demek ki büyük bir kısım gerçekten tükeniyor ya da kendini çabuk tüketiyor. Çünkü her hareketleri reklama yoruluyor, yorumlanıyor. Bir filmin, bir albümün, bir klibin habercisi olarak görülüyor. Michael Jackson bebeğini tutup balkondan aşağı sallamıştı ya, millet bunu şahane bir gösteri olarak algılamıştı. Oysa Michael hastaydı ya da bir şeyle anlatmak istemişti, menajerinin üzerine ördüğü duvarı aşamaya çalışarak.
Tüm diğerleri gibi belki de… Asla bilemiyoruz!
Her neyse… Diğerleri bu bahiste beni çok ilgilendirmiyor. Ben Diana’dayım. Onu seviyorum! Onu dinledikçe özlüyorum! Elvis Costello gibi müthiş sesli şebek bir adamın nikâhının altında özgürlüğü sınırlanmış vaziyette ünlü kalması canımı acıtıyor, kanayan yaram oluyor!
Diana, sekiz albümüyle Billborad Caz Albümleri listesinde zirveye yerleşen tek cazcı olmakla birlikte, 1999 yılında çıkan ‘When I Look Your Eyes’ albümü ile 52 hafta zirvede kalarak 26 yıldır kırılamayan bir rekorun da sahibidir. Benzersiz yorumu ile tek bir müzik tarzının ötesine geçerek onu günümüzün en tanınır, en popüler caz yorumcusu yapmıştır. Kırılamayan rekora böyle ulaşılmıştır!
Diana, “hem sakin hem de çekici, ritmik incelikle kullanılan bir sese” sahiptir ve ben o sese ‘siyah ses’ diyorum. Onu çok sevmemin başlıca nedeni!
Artık toplasın kendini! Seviyorum onu! Nedir bu popülerlik, nedir bu tanınmışlık; birisi bunu ona söylesin! Ve herşeyini çıkarıp atlasın gelsin! Havaalanında karşılarım onu. Eve gideriz. Ella’dan Summertime açıp vişneli votka içeriz. Biraz dans ederiz. Sonra on küsur yıl öncesine geri sarmaya başlarız. O lanet olası hastalık öncesi mimikleri tekrar yüzüne yerleşir, rengi yerine gelir, siyah sesi daha bir oturaklı çıkar. Sonra o sarı saçlarını iki yandan bağlayıp gözlük takar ve kalemin ucunu ağzında gezdir! Benim hep hayalimde canlandırdığım teneffüsü bekleyen o ünlü olmayan Diana’yı oynar.
Son söz:
Tanrı Diana’yı yaratırken, ‘git dünyaya insanlar sana baktıkça ve dinledikçe cennetin nasıl bir yer olduğunu hayal etsinler’ demiş ve göndermiş! The Eagles'ın "Desperado"su, Bob Dylan'ın "Wallflower"ı, Harry Nilsson'ın "Everybody's Talkin'"i, Mamas & The Papas'ın "California Dreamin”i, Elton John'ın "Sorry Seems to Be The Hardest Word"ü ve Paul McCartney'nin "If I Take You Home Tonight" adlı bestesi yeniden hayat buldu Diana’nın Kral, ritmik ve çekici olan siyah sesinde.
Dinlerken cenneti hayal edersiniz!
Müfit Semih Baylan / Mavi Nota
Tüm Özel Dosyalar